Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:31
“Niye beni yalnız bırakmıyorsun?” İnan bana demek istedim. Denedim. Ah ayrıca sana perişan bir şekilde aşığım. Umursamaz tut. “Sana bir şey sormak istiyordum; ama konuyu değiştirdin.” “Senin çift kişilik problemin mi var?” diye sordu. Mutlaka öyle gözüküyor olmalıydı. Ruh halim değişkendi çok fazla yeni duyguyla tanışıyordum. “Yine aynı şeyi yapıyorsun.” İç çekti. “İyi o zaman. Ne sormak istiyorsun?” “Merak ediyordum da haftaya cumartesi…” Yüzünden şok geçtiğini gördüm ve başka bir kahkahayı daha geri yuttum. “Biliyorsun bahar dansı günü–” Sonunda gözlerini benimkilere çevirip sözümü kesti. “Komik olmaya mı çalışıyorsun?” Evet. “Bitirmeme izin verir misin?” Dişlerini yumuşak alt dudağına bastırarak sessizce bekledi. Bu görüntü bir saniyeliğine dikkatimi dağıttı. Garip yabancı reaksiyonlar unutulmuş insan özümü hareketlendirdi. Rolümü oynayabilmek için onlardan kurtulmaya çalıştım. “O gün Seattle’a gideceğini duydum ve birinin seni bırakmasını isteyip istemeyeceğini merak ediyordum.” Fark etmiştim ki planlarını paylaşmak onu bunlarla ilgili sorguya çekmekten daha iyiydi. Bana boş bir yüz ifadesiyle baktı. “Ne? “Seni Seattle’a birinin bırakmasını ister misin?” Bir arabada onunla yalnız olma fikri boğazımı yaktı. Derin bir nefes aldım. Buna alış. “Kimin?” diye sordu gözleri yine büyümüştü ve şaşkındı. “Benim tabii ki.” dedim yavaşça. “Niye?” Ona eşlik etmeyi istemem gerçekten o kadar büyük bir şok muydu? Önceki davranışlarıma mutlaka en kötü anlamı yüklemiş olmalıydı. “Eh” dedim mümkün olduğunca sıradan bir sesle “Önümüzdeki haftalarda ben de Seattle’a gitmek istiyordum ve dürüst olmak gerekirse kamyonetinin bunu başarabileceğinden emin değilim.” Onunla alay etmek kendime ciddi olma izni vermekten daha güvenli görünüyordu. “Kamyonetim gayet iyi durumda yine de ilgin için teşekkürler.” dedi aynı şaşırmış sesle. Tekrar yürümeye başladı. Adımlarımı ona uydurdum. Gerçekten hayır dememişti o yüzden bu avantajı zorladım. Hayır der miydi? Eğer derse ben ne yapardım? “Ama kamyonetin bir depo benzinle oraya gidebilecek mi?” “Bunun seni niye ilgilendirdiğini anlayamıyorum.” diye homurdandı. Bu da hayır değildi ve kalp atışı ile soluk alıp verişi hızlanmıştı. “Kısıtlı kaynakların boşuna harcanması herkesi ilgilendirir.” “Açıkçası Edward seni anlayamıyorum. Arkadaşım olmak istemediğini sanıyordum.” İsmimi söylediğinde bir heyecan dalgası beni çarptı. Aynı anda nasıl hem normal hem de dürüst olabilirdim? Dürüst olmak daha önemliydi. Özellikle bu noktada. “Arkadaş olmazsak daha iyi olur dedim istemediğimden değil.” “Ah teşekkürler. Şimdi her şey açığa çıktı.” dedi alayla. Kafeteryan çatısının altında durakladı ve gözleri tekrar benimkilerle buluştu. Kalp atışları tekledi. Korkmuş muydu. Kelimelerimi dikkatle seçtim. Hayır ben onu bırakamazdım; ama belki o çok geç olmadan beri bırakmasına yetecek kadar akıllı davranırdı. “Arkadaşım olmaman senin için daha… iyi olur.” Gözlerinin erimiş çikolata rengi derinliklerine bakarken umursamaz davranma becerimi kaybettim. “Ama senden uzak durmaya çalışmaktan yoruldum Bella.” Kelimeler çok çok hararetle çıktı. Nefes alıp verişi durdu ve tekrar başlaması için geçen bir saniyede bu beni endişelendirdi. Onu ne kadar korkutmuştum? Eh öğrenecektim. “Benimle Seattle’a gelir misin?” diye sordum. Kalbi yüksek sesle atarak başını salladı. Evet. O bana evet demişti. Ama sonra bilekşim beni tokatladı. Bu ona neye mal olacaktı? “Gerçekten benden uzak durmalısın.” diye uyardım. Beni duymuş muydu? Onu tehdit ettiğim gelecekten kaçar mıydı? Onu kendimden kurtarmak için hiçbir şey yapamaz mıydım? Umursamaz davran diye bağırdım kendime. “Sınıfta görüşürüz.” Oradan kaçarken kendimi koşmaktan alıkoymak için odaklanmam gerekti.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:31
6. Kan Grubu Bütün gün kendi etrafımdakilerin hayal meyal farkında başkalarının gözlerinden onu izledim. Mike Newton’ın gözlerinden değil çünkü onun iğrenç fantezilerine daha fazla katlanamıyordum Jessica’nınkilerden de değil çünkü Bella’ya olan gücenikliği beni bu adi kız için güvenli olmayacak şekilde sinirlendiriyordu. Angela Weber gözleri uygun olduğunda iyi bir seçimdi; nazikti – zihni içinde bulunulması kolay bir yerdi. Bazen de en iyi görüşü öğretmenler sağlıyordu. Bütün gün sendelemesini – kaldırımdaki çatlaklara kitaplara en çok da kendi ayağına takılmasını – izleyip dinlediğim kişilerin Bella’nın sakar olduğunu düşündüklerini duyduğumda şaşırmıştım. Düşündüm. Düz durma konusunda sorun yaşadığı doğruydu. O ilk gün sıraya doğru tökezleyişini kazadan önce buzda kayışını dün kapının eşiğine takılışını hatırladım… Ne garip haklılardı. Gerçekten sakardı. Bana niye bu kadar komik geldiğini bilmiyordum; ama Amerikan Tarihi’nden İngilizce’ye yürürken sesli güldüm ve birkaç kişi bana sakıngan bakışlar attı. Bunu daha önce nasıl fark etmemiştim? Muhtemelen hareketsizliğinde çok zarif bir şey olduğu içindi başını tutuşu boynunun kavisi… Şu anda hiçbir şekilde zarif değildi. Bay Varner botunun ucunu döşemeye takıp gerçekten sandalyesine düşerken onu izledi. Tekrar güldüm. Onu kendi gözlerimle görme şansını yakalamak için beklerken zaman inanılmaz bir yavaşlıkla geçti. Sonunda zil çaldı. Yerimi tutmak için hızla kafeteryaya yürüdüm. İlk varanlardan biriydim. Genellikle boş olan bir masayı seçtim ben burada otururken de öyle kalacağı kesindi. Ailem içeri girip yeni bir yerde tek başıma oturduğumu görünce şaşırmadı. Alice onları uyarmış olmalıydı. Rosalie yanımdan hiç bakmadan geçti. Geri zekalı. Rosalie ile ilişkim hiçbir zaman kolay olmamıştı – onu konuştuğumu duyduğu ilk anda gücendirmiştim ve buradan meyilliydi – ama son birkaç gündür normalden de daha aksi görünüyordu. İç çektim. Rosalie’nin her şeyi kendiyle ilgiliydi. Jasper yürürken bana yarım gülümsedi. İyi şanslar diye düşündü şüpheyle. Emmett gözlerini devirdi ve kafasını salladı. Aklını yitirdi zavallı çocuk. Alice’in yüzü ışıldıyor dişleri parlıyordu. Şimdi Bella’yla konuşabilir miyim?? “Bu işten uzak dur.” diye fısıldadım. İyi. İnatçı ol. Sadece an meselesi. Tekrar iç çektim. Bugünün Biyoloji çalışmasını unutma diye hatırlattı bana. Başımı salladım. Hayır bunu unutmamıştım. Bella’nın gelmesini beklerken onu Jessica ile kafeteryaya yürürken arkalarından gelen bir birekşi sınıfın gözlerinden takip ettim. Jessica dansla ilgili lak lak ediyordu; ama Bella cevap olarak hiçbir şey söylemedi. Jessica ona pek şans vermediğinden değil. Kapıdan içeri girdiği anda gözleri kardeşlerimin oturduğu masaya kaydı. Bir an baktı sonra alnı kırıştı ve gözlerini yere indirdi. Beni burada fark etmemişti. Çok… üzgün görünüyordu. Yanına gidip onu bir şekilde rahatlatmak için çok güçlü bir arzu hissettim sadece neyi rahatlatıcı bulacağını bilmiyordum. Böyle görünmesine neyin sebep olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Jessica dans hakkında konuşmaya devam ediyordu. Bella kaçıracağı için mi üzgündü? Bu pek olası gelmiyordu… Ama buna çözüm bulunabilirdi eğer isteseydi. Öğle yemeği için sadece bir içecek aldı. Bu doğru muydu? Bundan daha fazla besine ihtiyacı yok muydu? Bir insanın beslenme düzenine daha önce hiç dikkat etmemiştim. İnsanlar çileden çıkarıcı derecede kırılgandı! Endişelenecek milyonlarca farklı şey vardı… “Edward Cullen yine sana bakıyor.” dediğini duydum Jessica’nın. “Acaba bugün niye yalnız oturuyor?” Jessica’ya minnettardım – şimdi daha da dargın olmasına rağmen – çünkü Bella başını kaldırdı ve gözleri benimkiyle buluşana kadar etrafı taradı. Şimdi yüzünde hiç üzüntü izi yoktu. Kendime okuldan erken ayrıldığımı düşündüğü için üzüldüğüne dair ümitlenme izni verdim ve bu umut beni gülümsetti. Parmağımla bana katılmasını işaret ettim. O kadar şaşkın görünüyordu ki onunla tekrar alay etmek istedim. Göz kırptım ve ağzı yine şaşkınlıkla açıldı. “Seni mi kastetti?” diye sordu Jessica kaba bir şekilde. “Belki Biyoloji ödeviyle ilgili yardıma ihtiyacı vardır.” dedi alçak emin olmayan bir sesle. “En iyisi gidip ne istediğine bakayım.” Bu başka bir evetti. Tamamen düz döşemeden başka hiçbir şey olmamasına rağmen bana doğru gelirken iki kere sendeledi. Gerçekten bunu daha önce nasıl kaçırmıştım? Sanırım sessiz düşüncelerine daha çok dikkat ediyordum… Başka ne kaçırmıştım? Dürüst ol umursamaz ol dedim tekrar tekrar kendime. Karşımdaki sandalyenin arkasında durdu tereddüt etti. Derin bir nefes aldım bu sefer ağzımdan değil burnumdan. Yanmayı hisset diye düşündüm. “Bugün niye benimle oturmuyorsun?” diye sordum ona. Bana bakarak sandalyeyi çekti ve oturdu. Gergin görünüyordu; ama fiziksel kabulü başka bir evetti. Konuşmasını bekledim. Sonunda “Bu tuhaf.” dedi. “Pekala…” Durakladım. “Cehenneme gidiyor olduğuma göre en azından bunu doğru düzgün yapmaya karar verdim.” Bunu bana ne söyletmişti? En azından dürüsttü ve belki de sözlerimin içerdiği açık uyarıyı duymuştu. Belki kalkıp yürüyebileceği en hızlı şekilde yürüyerek buradan uzaklaşması gerektiğini anlardı. Kalkmadı. Bana bakarak bekledi sanki cümlemi yarım bırakmışım gibi. “Ne demek istediğin hakkında hiçbir fikrim yok.” dedi ben devam etmeyince. Rahatladım ve gülümsedim. “Biliyorum.” Arkasından doğru bana bağıran düşünceleri duymazdan gelmek zordu – ve zaten konuyu değiştirmek istiyordum. “Sanırım arkadaşların seni çaldığım için bana kızgınlar.” Bu onu endişelendirmiş gibi gözükmedi. “Atlatırlar.” “Seni geri vermeyebilirim ama.” Dürüst olmaya mı yoksa dalga geçmeye mi çalıştığımı bilmiyordum bile. Onun yakınında olunca düşüncelerime anlam veremiyordum. Bella yüksek sesle yutkundu. Yüz ifadesine güldüm. “Kaygılı görünüyorsun.” Bu gerçekten komik olmamalıydı… Kaygılanmalıydı. “Hayır.” Kötü bir yalancıydı; sesinin çatlaması da yardımcı olmadı. “Şaşkınım aslında… Tüm bunların sebebi ne?” “Sana söyledim” diye hatırlattım. “Senden uzak durmaya çalışmaktan yoruldum. O yüzden pes ettim.” Biraz çabayla gülümsememi yerinde tuttum. Bu iyi gitmiyordu – aynı anda hem dürüst hem de normal davranmak. “Pes mi ettin?” diye tekrarladı şaşırarak. “Evet – iyi olmaya çalışmaktan vazgeçtim.” Ve görüşüne göre normal olmaya çalışmaktan da vazgeçmiştim. “Artık yapmak istediğimi yapacağım ve işleri kendi haline bırakacağım.” Bu yeterince dürüsttü. Bencilliğimi görmesine izin ver. Bunun onu uyarmasına da. “Beni yine kaybettin.” Durumun böyle olmasına sevinecek kadar bencildim. “Seninle konuşurken hep çok şey söylüyorum – problemlerden biri bu.” Kalanıyla karşılaştırılınca oldukça önemsiz bir problem. “Merak etme” diye güvence verdi bana. “Hiçbirini anlamıyorum.” İyi. O zaman kalacaktı. “Ben de buna güveniyorum zaten.” “O zaman şimdi arkadaş mıyız?” Düşündüm. “Arkadaş…” diye tekrarladım. Kulağa geliş biçimini beğenmemiştim. Yeterli değildi. “Ya da değil” diye mırıldandı utanmış gözükerek. Onu o kadar sevmediğimi mi düşünmüştü? Gülümsedim. “Deneyebiliriz sanırım; ama seni uyarıyorum ben senin için iyi bir arkadaş değilim.” Cevabını bekledim ikiye bölünerek – sonunda duyup anlamasını diledim eğer anlarsa ölebileceğimi düşündüm. Ne kadar duygusal. Bu derece insana dönüşüyordum.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:32
Kalp atışları hızlandı. “Bunu çok söylüyorsun.” “Evet çünkü beni dinlemiyorsun” dedim yine çok gergin bir şekilde. “Hala inanmanı bekliyorum. Eğer zekiysen benden kaçarsın.” Ah; ama eğer denerse kaçmasına izin verir miydim? Gözleri kısıldı. “Sanırım zeka düzeyimle ilgili fikrini de açıklığa kavuşturdun.” Neyi kastettiğinden emin değildim; ama kazara onu gücendirdiğimi tahmin ederek özür dilercesine gülümsedim. “O zaman” dedi yavaşça. “Ben… akıllı olmadığım sürece arkadaş olmayı deneyecek miyiz?” “Kulağa doğru geliyor.” Elindeki limonata şişesine dalgınlıkla baktı. Eski merak bana işkence etti. “Ne düşünüyorsun?” diye sordum – sonunda bunu sesli sorabilmek büyük bir rahatlıktı. Bana baktı ve yanakları açık pembe renge gelirken soluk alıp verişi hızlandı. Havadan bunu tadarak derin bir nefes aldım. “Senin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.” Panik vücudumdan geçerken gülümsememi yerinde tutup yüz hatlarımı olduğu şekilde kilitledim. Tabii ki bunu merak ediyordu. Aptal değildi. Bu kadar açık bir şeyin farkında olmamasını umamazdım. “Şansın yaver gidiyor mu?” diye sordum sesi tonumu olabilecek en normal düzeyde tutarak. “Pek değil.” Ani rahatlıkla güldüm. “Teorilerin neler?” Ne sonuca varmış olursa olsun gerçekten daha kötü olamazdı. Yanakları parlak kırmızıya döndü ve bir şey söylemedi. Havada bunun sıcaklığını hissedebiliyordum. İkna edici ses tonumu kullanmayı denedim insanlar üzerinde işe yarıyordu. “Bana söylemez misin?” Cesaret verici şekilde gülümsedim. Kafasını salladı. “Çok utanç verici.” Off. Bilmemek her şeyden kötüydü. Tahminleri niye onu utandırıyordu? Dayanamıyordum. “Bu gerçekten sinir bozucu biliyor musun?” Şikayetim onda bir şeyi ateşledi. Gözlerinde aniden şimşekler çaktı ve kelimeler dudaklarından normalden daha hızlı döküldü. “Hayır. Bunun niye rahatsız edici olduğunu hayal edemiyorum. Bütün bu zaman boyunca geceleri senin uykularını kaçırma amaçlı üstü kapalı laflar söyleyen birine senin düşüncelerini söylememen niye sinir bozucu olsun ki?” Haklı olduğunu anladığımda üzülüp kaşlarımı çattım. Adil davranmıyordum. Devam etti. “Ya da diyelim ki o kişi pek çok garip şey yaptı – imkansız koşullar altında hayatını kurtarmaktan ertesi gün sana toplum dışı biriymişsin gibi davranmaya kadar… ve söz verdikten sonra bile bunların hiçbirini açıklamadı. Bunlar da gerçekten hiç sinir bozucu değil değil mi?” Bu şimdiye kadar yaptığını duyduğum en uzun konuşmaydı ve bana listeme eklemek üzere yeni bir nitelik verdi. “Biraz sinirli birisin değil mi?” “Çifte standartlardan hoşlanmıyorum.” Tabii ki sinirinde bile tamamen adildi. Onun yanında nasıl herhangi bir doğru şey yapabileceğimi düşünerek Bella’ya baktım Mike Newton’ın kafasındaki sessiz bağırış dikkatimi dağıtana kadar. O kadar hiddetliydi ki gülmemi sağladı. “Ne?” diye sordu. “Erkek arkadaşın seni rahatsız ettiğimi düşünüyor – gelip kavgamızı ayırıp ayırmama konusunda kendisiyle tartışıyor.” Denemesini görmeyi çok isterdim. Tekrar güldüm. “Kimden bahsettiğini bilmiyorum.” dedi buz gibi bir sesle. “Ama her halükarda yanıldığından eminim.” Onu sahiplenmeyişinden çok keyif aldım. “Ben değilim. Sana söyledim pek çok insanı okumak kolaydır.” “Benim dışımda tabii ki.” “Evet senin dışında.” Her şeyin istisnası olmak zorunda mıydı? Şimdi uğraşmak zorunda kaldığım her şey düşünülürse zihninden en azından bir şey duysam daha adil olmaz mıydı? Çok şey mi istiyordum? “Niye olduğunu merak ediyorum.” Gözlerine baktım tekrar deneyerek. Uzağa baktı. Limonatasını açtı ve gözleri masada bir yudum aldı. “Aç değil misin?” diye sordum. “Hayır.” Aramızdaki boş masaya baktı. “Sen?” “Hayır değilim.” dedim. Kesinlikle değildim. Dudaklarını bükerek masaya baktı. Bekledim.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:32
“Bana bir iyilik yapabilir misin?” diye sordu aniden tekrar bana bakarak. Benden ne isteyecekti? Söylemeye iznim olmayan gerçeği – hiç öğrenmesini istemediğim gerçeği – sorar mıydı? “Bu ne istediğine bağlı.” “Çok bir şey değil.” diye söz verdi. Yine merakla bekledim. “Merak ediyordum da…” dedi yavaşça limonata şişesine bakıp serçe parmağını kapağın etrafında gezdirirken. “Acaba bir daha beni kendi iyiliğim için görmezden gelmeye karar verdiğin zaman beni uyarabilir misin? Böylece kendimi hazırlayabilirim.” Uyarı mı istiyordu? O zaman tarafımdan görmezden gelinmek mutlaka kötü bir şey olmalıydı… Gülümsedim. “Kulağa adil geliyor.” diye kabul ettim. “Teşekkürler.” dedi yukarı bakarak. Yüzü o kadar rahatlamış görünüyordu ki kendi rahatlamama gülmek istedim. “O zaman karşılığında bir cevap alabilir miyim?” diye sordum umutla. “Bir tane.” “Bana bir teorini söyle.” Kızardı. “O değil.” “Sınır koymadın sadece bana bir cevap için söz verdin.” “Ve sen de sözünde durmadın.” Beni burada yakalamıştı. “Sadece bir teori – gülmeyeceğim.” “Evet güleceksin.” Bununla ilgili herhangi bir şeyin komik olabileceğini hayal edemememe rağmen çok emin gözüküyordu. İkna edici olmayı bir daha denedim. Gözlerinin derinliklerine baktım – zaten çok derin oldukları için kolaydı – ve fısıldadım. “Lütfen?” Gözlerini kırpıştırdı ve yüzü ifadesizleşti. Pekala bu üzerinde çabaladığım tepki değildi. “Ee ne?” diye sordu. Başı dönmüş gibi görünüyordu. Ne sorunu vardı? Ama henüz pes etmiyordum. “Lütfen bana sadece bir küçük teorini söyle” diye rica ettim gözlerine bakarak yumuşak ve korkutucu olmayan sesimle. Beni şaşırtıp tatmin ederek sonunda işe yaradı. “Iı peki radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılmış olabilir misin?” Çizgi romanlar? Güleceğimi düşünmesine şaşmamalıydı. “Pek de yaratıcı değildi” dedim rahatlığımı gizlemeye çalışarak. “Üzgünüm elimde sadece bu var.” Bu beni daha da çok rahatlattı. Onunla tekrar dalga geçebilirdim. “Yaklaşamadın bile.” “Örümcekler yok mu?” “Hayır.” “Ve radyoaktivite?” “Hiç.” “Tüh.” diye iç çekti. “Kriptonit beni rahatsız da etmiyor” dedim çabucak – ısırıklarla ilgili bir şey sormadan önce – ve sonra gülmek zorunda kaldım çünkü bir süper kahraman olduğumu düşünüyordu. “Gülmemen gerekiyordu hatırladın mı?” Dudaklarımı birbirine yapıştırdım. “Önünde sonunda bulacağım.” dedi. Ve bulduğunda kaçacaktı. “Keşke denemesen.” dedim bütün alaycılığım giderek. “Çünkü…?” Ona dürüstlük borçluydum. Yine de sözlerimin daha az tehditkâr çıkması için gülümsemeye çalıştım. “Ya bir süper kahraman değilsem? Ya ben kötü adamlardansam?” Gözleri biraz büyüdü ve dudakları hafifçe aralandı. “Ah” dedi. Ve bir saniye geçtikten sonra “Anlıyorum.” dedi. Beni sonunda duymuştu. “Anlıyor musun?” diye sordum ıstırabımı saklamaya çalışarak. “Sen tehlikeli misin?” Soluğu hızlandı ve kalbi yarıştı. Cevap veremedim. Bu onunla son anım mıydı? Şimdi kaçar mıydı? Gitmeden önce ona onu sevdiğimi söyleyebilir miydim? Yoksa bu onu daha çok mu korkuturdu? “Ama kötü değilsin” diye fısıldadı duru gözlerinde hiç korku olmadan kafasını sallayarak. “Hayır kötü olduğuna inanmıyorum.” “Yanılıyorsun.” Tabii ki kötüydüm. O beni hak ettiğimden daha iyi düşünüyor diye şimdi keyif almıyor muydum? Eğer iyi biri olsaydım ondan uzak dururdum. Elimi masanın karşısına uzatıp limonata şişesini aldım. Aniden yakınında olan elimden geri çekilmedi. Benden gerçekten korkmuyordu. Daha değil. Kapağı bir topaç gibi döndürüp Bella’nın yerine onu izledim. Düşüncelerim kargaşa içindeydi. Kaç Bella kaç. Kendime sözleri yüksek sesle söyletemedim. Ayaklarının üzerine zıpladı. Tam ben bir şekilde sessiz uyarımı duyduğundan endişelenmeyi başlamışken “Geç kalacağız.” dedi. “Ben sınıfa gitmeyeceğim.” “Niye?” Çünkü seni öldürmek istemiyorum. “Arada sırada dersleri asmak sağlıklıdır.” Açık olmak gerekirse vampirlerin insan kanı döküleceği günlerde okulu asması sağlıklıydı. Bay Banner bugün kan grubu ölçümü yapacaktı. Alice sabahki dersini asmıştı. “Peki ben gidiyorum.” dedi. Bu beni şaşırtmadı. Sorumluluk sahibiydi – her zaman doğru şeyi yapıyordu. Benim tam tersimdi. “Sonra görüşürüz o zaman” dedim yine normal gözükmeye çalışıp dönen kapağa bakarak. Ve bu arada sana tapıyorum… korkunç tehlikeli şekillerde. Tereddüt etti ve bir anlığına benimle kalacağını umdum; ama zil çaldı ve aceleyle gitti. Gözden kaybolana kadar bekledim ve sonra kapağı cebime koydum – bu en önemli konuşmamızdan bir hatıra – ve yağmurun içine arabama doğru ilerledim. En sevdiğim sakinleştirici CD’yi koydum – o ilk gün dinlediğim CD – ama Debussy’nin notalarını uzun süre duymadım. Kafamda başka notalar çalıyordu hoşuma giden ve ilgimi çeken bir melodinin parçaları. Teybi kapatıp kafamdaki müziği dinledim çarpıcı bir armoniye gelişene kadar çaldım. İçgüdüsel olarak parmaklarım havadaki hayali piyano tuşları üzerinde hareket ediyordu Dikkatim bir iç ıstırap dalgası tarafından çekildiğinde yeni bir beste gerçekten geliyordu.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:33
İleri doğru baktım. Bayılacak mı? Ne yapacağım? diye düşündü Mike panikle. Yüz yarda ileride Mike Newton Bella’nın yumuşak vücudunu kaldırıma doğru alçaltıyordu. Islak betona tepkisizce çöktü gözleri kapalıydı rengi bir ceset kadar griydi. Neredeyse arabanın kapısını sökecektim. “Bella?” diye bağırdım. Adını haykırdığımda cansız yüzünde hiçbir değişiklik olmadı. Bütün vücudum buzdan daha da çok soğuk hale geldi. Sinirle düşüncelerini gözden geçirirken Mike’ın kızgın şaşkınlığının farkındaydım. Sadece bana karşı öfkesini düşünüyordu o yüzden Bella’nın ne sorunu olduğunu öğrenemedim. Eğer ona zarar vermişse Mike’ı yok ederdim. “Sorun ne – ekşindi mi?” diye sordum düşüncelerini odaklamaya çalışarak. İnsan adımlarıyla yürümek zorunda olmak delirticiydi. Yaklaşırken dikkati üzerime çekmemeliydim. Sonra kalbinin atışını ve düzenli nefes alıp verişini duydum. Onu izlerken gözlerini daha da sıkı kapattı. Bu paniğimin bir kısmını yok etti. Mike’ın zihninden hızla geçen anıları gördüm Biyoloji sınıfından resimler. Bella’nın yüzü masamızdayken beyaz teni yeşile dönerken. Beyaz kartların üzerinde kırmızı damlalar… Kan grubu ölçümü. Olduğum yerde durdum nefesimi tuttum. Kokusu bir şeydi akan kanı tamamen başka bir şey. “Sanırım bayıldı.” dedi Mike aynı anda hem endişeli ve hem de içerlemiş bir şekilde. “Ne olduğunu bilmiyorum parmağını deldirmedi bile.” Rahatladım ve tekrar nefes aldım. Ah Mike Newton’ın küçük yarasından akan kanın kokusunu alabiliyordum. Eskiden bu beni çekebilirdi. Mike müdahaleme sinirli bir şekilde yanımda sallanırken Bella’nın yanında diz çöktüm. “Bella. Beni duyabiliyor musun?” “Hayır.” diye inledi. “Git başımdan.” Rahatlık öyle şiddetliydi ki güldüm. O iyiydi. “Onu hemşireye götürüyordum.” dedi Mike. “Ama daha ileri gidemedi.” “Ben onu alırım. Sen sınıfta dönebilirsin.” dedim. Mike’ın dişleri birbirine kenetlendi. “Hayır. Bunu benim yapmam gerekiyor.” Burada kalıp o zavallıyla tartışmayacaktım. Ona dokunmayı gereklilik haline getiren durum nedeniyle heyecanlı ve korkak yarı-minnettar ve yarı-üzgün halde Bella’yı nazikçe kaldırımdan kaldırdım ve sadece kıyafetlerine dokunarak vücutlarımız arasında mümkün olduğunca fazla uzaklık bırakarak onu kollarıma aldım. Onu güvenceye almak için acele ediyordum – başka kelimelerle benden uzağa. Gözleri birden açıldı afalladı. Arkamızdan Mike’ın karşı çıkan bağırışını zor duydum. “Berbat görünüyorsun.” dedim sırıtarak çünkü zayıf mide ve dönmüş baştan başka hiçbir sorunu yoktu. “Beni kaldırıma geri bırak.” dedi. Dudakları hala beyazdı. “Yani kanın görüntüsünden mi bayıldın?” Daha ironik hale gelebilir miydi? Gözlerini kapadı ve dudaklarını birbirine bastırdı. “Ve kendi kanının bile değil.” diye ekledim sırıtmam genişleyerek. Ofisin önündeydik. Kapı bir santim açıktı tekmeleyerek açtım. Bayan Cope zıpladı. “Aman Tanrım.” diye soludu kollarımdaki külrengi kızı gördüğünde. “Biyolojide bayıldı.” diye açıkladım hayal gücü kontrolden çıkmadan önce. Bayan Cope aceleyle hemşirenin ofisinin kapısını açtı. Bella’nın gözleri tekrar açıldı kadını izledi. Onu eski püskü yatağa yatırırken hemşirenin şaşkınlığını duydum. Kollarımdan bıraktığım anda odanın diğer tarafına geçtim. Vücudum çok heyecanlı çok istekliydi kaslarım gergindi ve zehrim akıyordu. “Sadece bayıldı.” diye güvence verdim Bayan Hammond’a. “Biyoloji’de kan grubu ölçümü var.” Başını salladı anlamıştı. “Her zaman bir tane olur.” “Biraz yat tatlım.” dedi Bayan Hammond. “Geçecektir.” “Biliyorum.” dedi Bella. “Bu sık sık oluyor mu?” diye sordu hemşire. “Bazen.” diye itiraf etti Bella. Kahkahamı öksürük olarak yutturmaya çalıştım. Bu hemşirenin dikkatini çekmeme neden oldu. “Şimdi sınıfa dönebilirsin.” dedi.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:33
Gözlerine baktım ve kusursuz bir güvenle yalan söyledim. “Onunla kalmam gerekli.” Hmm. Merak ediyorum da… "Ah peki." Bayan Hammond başını salladı. Bu onda gayet iyi işe yaramıştı. Niye Bella bu kadar zor olmak zorundaydı. “Alnın için biraz buz alıp geliyorum canım.” dedi hemşire gözlerime bakmaktan – normal bir insanın olması gerektiği gibi – rahatsız olarak ve odadan çıktı. “Haklıydın.” diye inledi Bella gözlerini kapatarak. Ne kastetmişti? En kötü sonuca zıpladım: uyarılarımı kabul etmişti. “Genelde öyleyim.” dedim sesimdeki eğlenceyi tutmaya çalışarak; şimdi ekşiydi. “Ama bu sefer hangi konuda?” “Dersi asmak sağlıklıdır.” diye iç çekti. Ah tekrar rahatlık. Sonra sessizleşti. Sadece yavaşça nefes alıp verdi. Dudakları pembeye dönmeye başlıyordu. Biraz uyumsuzlardı alt dudağı üstle denkleşmek için biraz kalındı. Dudaklarına bakmak garip hissetmeme neden oldu. Ona yaklaşmak istedim ki bu iyi bir fikir değildi. “Orada bir dakikalığına beni korkuttun.” dedim – sesini tekrar duyabilmek için diyalogu tekrar başlatarak. “Newton’ın cesedini ormana gömmek için sürüklediğini düşündüm.” “Ha ha” dedi. “Gerçekten – daha iyi renkli cesetler gördüm.” Bu hakikaten doğruydu. “Cinayetinin intikamını almak zorunda kalacağım için endişelenmiştim.” ve alırdım da. “Zavallı Mike.” diye iç çekti. “İddiasına varım ki çılgına dönmüştür.” Hiddet beni çarptı; ama çabucak zaptettim. Endişesi sadece acıdığı içindi. İyiydi. O kadar. “Benden kesinlikle nefret ediyor.” dedim ona bu fikirle neşelenerek. “Bunu bilemezsin.” “Yüzünü gördüm – söyleyebilirim.” “Beni nasıl gördün? Dersi astığını sanıyordum.” Yüzü daha iyi gözüküyordu – yarı saydam teninin altındaki yeşil ton silinmişti. “Arabamdaydım CD dinliyordum.” Yüz ifadesi birden değişti sanki sıradan cevabım onu bir şekilde şaşırtmış gibi. Bayan Hammond elinde buz torbasıyla geldiğinde gözlerini tekrar açtı. “Sanırım iyiyim.” dedi Bella ve buz torbasını iterken oturdu. Tabii ki. Kendisiyle ilgilenilmesinden hoşlanmıyordu. “Bir tane daha var.” dedi Bayan Cope. Bella ilgi odağı olmaktan kurtulmaya istekli bir şekilde çabucak zıpladı. “İşte.” dedi buz torbasını Bayan Hammond’a vererek. “Buna ihtiyacım yok.” Mike Lee Stevens’ı kapıdan içeri soktu. Kan hala Lee’nin elinden akıyordu. “Ah hayır. Ofisten çık Bella.” Şaşkın gözlerle bana baktı. “Güven bana – çık.” Döndü ve kapı kapanmadan yakalayıp ofisten aceleyle çıktı. Onu santimler uzakta takip ettim. Sallanan saçı elimi okşadı. Bana bakmak için döndü. “Beni gerçekten dinledin.” Bu bir ilkti. Küçük burnunu büktü. “Kanın kokusunu aldım.” Ona şaşkınlıkla baktım. “İnsanlar kan kokusunu alamazlar.” “Eh ben alabiliyorum – beni hasta eden de bu. Bakır… ve tuz gibi kokuyor.” Hala ona bakarken yüzüm dondu. O gerçekten insan mıydı? İnsan gibi gözüküyordu. İnsan gibi yumuşaktı. İnsan gibi kokuyordu – daha iyi aslında. İnsan gibi davranıyordu… bir nevi; ama insan gibi düşünmüyordu ya da cevap vermiyordu. Başka ne ihtimal vardı? “Ne?” diye sordu. “Hiçbir şey.” O sırada Mike Newton gücenmiş sert düşünceleriyle bizi odaya girerek bizi böldü. “Daha iyi görünüyorsun.” dedi kaba bir şekilde. Elim ona bazı görgü kurallarını öğretmek isteyerek seğirdi. Kendime dikkat etmem gerekecekti yoksa bu iğrenç çocuğu gerçekten öldürecektim. “Sadece elini cebinde tut.” dedi. Vahşi bir saniyede bunu bana söylediğini sandım. “Artık kanamıyor.” diye cevapladı aksi bir şekilde. “Sınıfa geri dönecek misin?” “Dalga mı geçiyorsun? Eğer gidersem sadece geri dönmek zorunda kalırım.” Bu çok iyiydi. Onunla olan bütün saatimi kaçıracağımı düşünmüştüm; ama şimdi onun yerine ekstra vakit kazanmıştım. Kendimi hevesli hissettim. “Evet sanırım…” diye söylendi. “Ee bu hafta sonu geliyor musun? Kumsala?” Ah planları vardı. Öfke beni olduğum yerde dondurdu. Bu bir grup gezisiydi gerçi. Başka öğrencilerin kafasında görmüştüm. Sadece ikisi değildi. Yine de sinirliydim. Kendimi kontrol etmeye çalışarak hareketsizce tezgaha yaslandım. “Tabii geleceğimi söylemiştim.” Yani ona da evet demişti. Kıskançlık susuzluktan daha çok acı vererek yaktı. Hayır bu bir grup gezisiydi diye ikna etmeye çalıştım kendimi. Sadece arkadaşlarla bir gün geçirecekti. Daha fazlası değil. “Saat onda babamın dükkanında buluşuyoruz.” Ve Cullen davetli DEĞİL. “Orada olacağım.” “Beden dersinde görüşürüz o zaman.” “Görüşürüz.” Düşünceleri öfkeyle dolu sınıfa doğru gitti. O ucubede ne buluyor? Tabii zengin sanırım. Kızlar onun çekici olduğunu düşünüyor; ama ben bunu göremiyorum. Çok… çok kusursuz. Bahse girerim ki babası hepsinin üzerinde plastik cerrahi denemeleri yapmış. Bu yüzden hepsi çok beyaz ve çok güzel. Bu doğal değil. Ve bir nevi… korkunç. Bazen bana baktığında beni öldürmeyi düşündüğüne yemin edebilirim… Ucube… Mike tamamen haksız değildi. “Beden.” diye tekrarladı Bella sessizce inleyerek. Ona baktım ve yine bir şey için üzgün olduğunu gördüm. Niye olduğundan emin değildim; ama Mike ile bir sonraki sınıfına gitmek istemediği açıktı ve ben bu plana vardım. Onun yanına gittim ve yüzüne doğru eğildim teninden yayılan sıcaklığı dudaklarımda hissedebiliyordum. Nefes almaya cesaret edemedim. “Bunu halledebilirim.” diye mırıldandım. “Git ve soluk görün.” Dediğimi yaptı Bayan Cope odaya girip masasına yerleşirken arkamdaki sandalyelerden birine oturup başını duvara dayadı. Gözleri kapalıyken tekrar bayılmış gibi görünüyordu. Rengi henüz tamamen dönmemişti. Sekretere döndüm. Umarım Bella buna dikkat ediyordur diye düşündüm alayla. Bir insanın vermesi gereken tepki buydu. “Bayan Cope?” diye sordum tekrar ikna edici sesimi kullanarak. Kirpikleri titredi ve kalbi hızlandı. Çok genç kendini toparla! “Evet?” Bu ilginçti. Shelly Cope’un nabzı hızlandığında bu beni fiziksel olarak çekici bulduğu içindi korktuğu için değil. İnsan kadınlarının yanında buna alışmıştım… yine de Bella’nın yarışan kalbi için bu açıklamayı düşünmemiştim. Bundan oldukça hoşlanmıştım. Çok fazla hatta. Gülümsedim ve Bayan Cope’un nefes alıp veriş sesi yükseldi. “Bella’nın bir sonraki dersi Beden Eğitimi ve yeterince iyi hissettiğini sanmıyorum. Aslında onu şimdi eve götürmem gerektiğini düşünüyorum. Onu dersten affedebilir misiniz?” Derinliksiz gözlerine düşünce aşamasında verdiği hasardan keyif alarak baktım. Mümkün müydü Bella’nın…? Bayan Cope cevap vermeden önce sesli şekilde yutkundu. “Senin de özüre ihtiyacın var mı Edward?” “Hayır Bayan Goff’ın dersi önemsemez.” Ona pek dikkatimi vermiyordum. Bu yeni ihtimali keşfediyordum. Hmm. Bella’nın beni diğer insanlar gibi çekici bulduğuna inanmak isterdim; ama o ne zaman diğer insanlarla aynı tepkileri vermişti ki? Umutlanmamalıydım. “Tamam halloldu. Geçmiş olsun Bella.” Bella zayıfça başını salladı – biraz abartılı rol yaparak. “Yürüyebilir misin yoksa seni tekrar taşımamı ister misin?” dedim. Yürümek isteyeceğini biliyordum – aciz olmak istemezdi. “Yürümeyi tercih ederim.” dedi. Yine doğru. Bunda gittikçe iyiye gidiyordum. Bir an dengesini kontrol etmek için tereddüt ederek ayağa kalktı. Kapıyı onun için açtım ve yağmurun içine yürüdük. Gözleri kapalı olarak dudaklarında hafif bir gülümsemeyle yüzünü hafif yağmura doğru kaldırmasını izledim. Ne düşünüyordu? Hareketiyle ilgili bir şey garip gözüküyordu ve çabucak bu pozun niye bana yabancı geldiğini anladım. Normal insan kızlar çiseleyen yağmura doğru yüzlerini böyle kaldırmazlardı; normal insan kızlar genelde makyaj yapardı bu ıslak yerde bile. Bella hiç makyaj yapmıyordu yapması da gerekli değildi. Kozmetik sanayisi onun gibi bir tene sahip olmak için uğraşan kadınlar üzerinden milyarlarca dolar kazanıyordu. “Teşekkürler” dedi şimdi bana gülümseyerek. “Beden dersini kaçırmak için hasta olmaya değer.” Onunla olan zamanımı uzatmak için neler yapabileceğimi düşünerek kampüse doğru baktım. “Her zaman.” dedim. “Sen gidiyor musun? Bu cumartesi yani?” Sesi umutlu çıkmıştı. Ah umudu yatıştırıcıydı. Benimle olmak istiyordu Mike Newton’la değil. Ve evet demek istedim; ama düşünecek pek çok şey vardı. Mesela bu Cumartesi güneş parlıyor olacaktı… “Tam olarak nereye gidiyorsunuz?” Sesimi sanki çok bir şey ifade etmiyormuş gibi sıradan tutmaya çalıştım. Mike kumsal demişti gerçi. Orada güneş ışığından kaçma şansı pek yoktu. “La Push’a First Kumsalı'na.” Lanet olsun. İmkansızdı o zaman. Her neyse zaten Emmett eğer planlarımızı iptal edersem çok sinirlenirdi. Alayla gülerek ona baktım. “Davet edildiğimi hiç sanmıyorum.” İç çekti çoktan pes etmişti. “Demin seni davet ettim.” “Sen ve ben zavallı Mike’ı bu hafta daha fazla zorlamayalım. Kırılmasını istemeyiz.” Zavallı Mike’ı kendim kırmayı düşündüm ve bu resimden son derece büyük bir keyif aldım. “Ya Mike” dedi tekrar reddeden bir ifadeyle. Genişçe gülümsedim. Ve sonra benden uzağa yürümeye başladı. Hareketim hakkında düşünmeden uzandım ve onu yağmurluğunun arkasından yakaladım. Aniden durdu. “Nereye gittiğini sanıyorsun?” Beni bırakıp gittiği için neredeyse kızgındım. Onunla yeterinde vakit geçirmemiştim. Gidemezdi şimdi değil. “Eve gidiyorum.” dedi bunun beni sinirlendirmesine şaşırarak. “Seni eve sağ sağlim götüreceğime dair söz verdiğimi duymadın mı? Bu durumda sana araba kullandırır mıyım?” Bundan hoşlanmayacağını biliyordum; ama her halükarda Seattle seyahati için pratik yapmam gerekiyordu ona o kadar yakın olup olamayacağımı görmem. Bu daha kısa bir yolculuktu. “Ne varmış durumumda?” diye sordu. “Ve kamyonetim ne olacak?” “Alice okuldan sonra evine bırakır.” İleri yürümenin onun için yeterince zor olduğunu bildiğim için onu arabama doğru yavaşça çektim. “Bırak gideyim!” dedi yolunu değiştirirken neredeyse düşüyordu. Yakalamak için bir elimi uzattım; ama gerek kalmadan kendini doğrulttu. Ona dokunmak için bahane arıyor olmamalıydım. Onu arabanın yanında bıraktığımda kapıya takıldı. Denge problemi düşünülürse daha dikkatli olmak gerekliydi. “Çok ısrarcısın!” “Kapı açık.”
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:33
Kendi tarafıma bindim ve arabayı çalıştırdım. Yağmur hızlanmasına ve soğuk ile ıslağı sevmediğini bilmeme rağmen vücudunu hala dışarıda dik tuttu. Su gür saçlarını sırılsıklam ediyor neredeyse siyah olacak kadar koyulaştırıyordu. “Tamamen kendimi eve götürebilecek durumdayım!” Tabii ki öyleydi – sadece ben onun gitmesine izin verecek durumda değildim. Penceresini aşağıya indirdim ve ona doğru eğildim. “İçeri gir Bella.” Gözleri kısıldı ve kendi kendine koşarak kaçıp kaçmamayı tartıştığını tahmin ettim. “Seni geri sürüklerim.” dedim gerçekten bunu kastettiğimi anladığında yüzündeki hayal kırıklığıyla eğlenerek. Çenesi havada kapıyı açtı ve arabaya bindi. Saçından deriye su damladı ve botları gıcırdadı. “Bu tamamen gereksiz.” dedi soğukça. Gücenikliğinin altında utanmış olduğunu düşündüm. Rahatsız olmasın diye ısıtıcıyı açtım ve müziği iyi bir arka plan seviyesine ayarladım. Gözümün kenarından onu izleyerek arabayı çıkışa doğru sürdüm. Alt dudağı inatçı bir şekilde çıkıntılık yapıyordu. Bana nasıl hissettirdiğini düşünerek bunu izledim… Aniden teybe baktı ve gözleri büyüyerek gülümsedi. “Clair de Lune?” diye sordu. Bir klasik hayranı? “Debussy’yi biliyor musun?” “Pek iyi değil.” dedi. “Annem evde çok fazla klasik müzik çalar – sadece favorilerimi biliyorum.” “Bu benim de favorilerimden biri.” Bunu düşünerek gözlerimi yağmura diktim. Gerçekten o kızla bir ortak noktamız vardı. Her yönden zıt olduğumuzu düşünmeye başlamıştım. Yağmura benim gibi görmeyen gözlerle bakarken daha çok rahatlamış gibi gözüküyordu. Anlık dikkat dağınıklığını nefes almayı denemek için kullandım. Burnumdan dikkatlice soludum. Şiddetli. Direksiyonu daha sıkı kavradım. Yağmur onun daha güzel kokmasını sağlamıştı. Bunun mümkün olduğunu hiç düşünmemiştim. Aptalca bir şekilde birden bire tadını hayal ediyordum. Boğazımdaki alevlere karşı yutkunmayı ve başka bir şey düşünmeyi denedim “Annen nasıl biri?” diye sordum dikkatimi dağıtmak için. Bella gülümsedi. “Bana çok benzer; ama benden daha güzel.” Bundan şüpheliydim. “Benim içimde çok fazla Charlie var.” diye devam etti. “Annem benden daha dışa dönük ve daha cesur.” Bundan da şüpheliydim. “Sorumsuz ve biraz acayip ve tahmin edilemez bir aşçı. O benim en iyi arkadaşım.” Sesi melankolikleşti; alnı kırıştı. Yine bir çocuktan çok ebeveyn gibi konuşmuştu. Nerede yaşadığını bilip bilmemem gerektiğini çok geç düşünürken evinin önünde durdum. Hayır bu böyle küçük bir kasabada şüphe çekmezdi. “Kaç yaşındasın Bella?” Sınıf arkadaşlarından daha büyük olmalıydı. Belki okula geç başlamıştı ya da geride kalmıştı… bu pek mümkün değildi gerçi. “On yedi yaşındayım.” diye cevapladı. “On yedi gibi gözükmüyorsun.” Güldü. “Annem hep otuz beş yaşında doğduğumu ve her geçen yıl daha da orta yaşlı birine dönüştüğümü söyler.” Tekrar güldü ve sonra iç çekti. “Birinin yetişkin olması gerek.” Bu beni aydınlatmıştı. Artık görebiliyordum… sorumsuz anne Bella’nın olgunluğunu açıklamaya yardım etmişti. Bakıcı olmak için erken büyümesi gerekmişti. Kendisiyle ilgilenilmesini sevmemesinin sebebi buydu – bunun kendi işi olduğunu hissediyordu. “Sen de bir lise öğrencisi için küçük gözükmüyorsun.” dedi beni dalgınlığımdan uyandırarak. Yüzümü buruşturdum. Onunla ilgili farkında vardığım her şey için o da çok fazla şey fark ediyordu. Konuyu değiştirdim. “Annen niye Phil’le evlendi?” Cevap vermeden önce bir dakika tereddüt etti. “Annem… kendi yaşına göre çok genç. Phil’in ona daha da genç hissettirdiğini düşünüyorum. Nasıl oluyorsa annem onun için deli oluyor.” Başını anlayışla salladı. “Onaylıyor musun?” dedim merakla. “Fark eder mi?” diye sordu. “Onun mutlu olmasını istiyorum… ve Phil onun istediği kişi.” Karakteriyle ilgili öğrendiklerime çok iyi uymasaydı yorumundaki özveri beni şok ederdi. “Bu çok asilce… Merak ediyorum da…” “Ne?” “Acaba annen de sana inceliği gösterir miydi? Seçimin ne olursa olsun?” Bu gülünç bir soruydu ve sorarken sesimi sıradan tutamamıştım. Birinin beni kızı için onaylayacağını düşünmek bile ne kadar aptalcaydı. Bella’nın beni seçeceğini düşünmek bile ne kadar aptalcaydı. “Sa-sanırım.” diye kekeledi bakışıma bir şekilde tepki vererek. Korku… ya da çekim? “Ama sonuçta ebeveyn olan o. Bu biraz farklı.” diye bitirdi. Alayla gülümsedim. “Seçtiğin kişi korkunç olmasın o zaman.” Bana sırıttı. “Korkunç derken neyi kastediyorsun? Her yerinde küpeler ve kocaman dövmeler olan biri mi?” “Sanırım tanımlardan biri bu.” Benim aklımdakine göre çok tehlikesiz bir tanım. “Senin tanımın ne?” Her zaman yanlış soruları soruyordu ya da belki tamamen doğru soruları. Cevap vermek istemediklerimi her nasılsa. “Sence ben korkunç olabilir miyim?” diye sordum biraz gülümsemeye çalışarak. Ciddi bir sesle cevap vermeden önce düşündü. “Hmm… Bence olabilirsin eğer istersen.” Ben de ciddiydim. “Şimdi benden korkuyor musun?” Bu seferkini düşünmeden anında cevapladı. “Hayır.” Daha kolaylıkla gülümsedim. Tamamen gerçeği söylediğini düşünmüyordum; ama gerçekten yalan söylediğini de. En azından gitmek isteyecek kadar korkmuyordu. Eğer bu konuşmayı bir vampirle yaptığını söyleseydim nasıl hissedeceğini merak ettim. Hayali tepkisinden korktum. “O zaman şimdi sen de bana kendi ailenden bahsedecek misin? Mutlaka benimkinden daha ilginç bir hikaye olmalı.” En azından daha korkutucu. “Ne öğrenmek istiyorsun?” diye sordum ihtiyatla. “Cullen’lar seni evlatlık mı aldılar?” “Evet.” Tereddüt etti sonra alçak bir sesle konuştu. “Annene ve babana ne oldu?” Bu çok zor değildi; ona yalan söylemek zorunda bile kalmayacaktım. “Çok uzun zaman önce öldüler.” “Üzgünüm.” diye mırıldandı beni ekşitmekten endişelenerek. Benim için endişeleniyordu. “Onları pek iyi hatırlamıyorum.” diye güvence verdim. “Carlisle ve Esme uzun zamandır benim annem ve babam.” “Ve onları seviyorsun.” Gülümsedim. “Evet. Daha iyi iki kişi düşünemiyorum.” “Çok şanslısın.” “Biliyorum.” Bir konuda ebeveyn konusunda olan şansım inkar edilemezdi. “Ve kardeşlerin?” Eğer daha fazla ayrıntı için zorlamasına izin verirsem yalan söylemek zorunda kalacaktım. Saate bir bakış attım ve onunla olan vaktimin bittiğini görünce hevesim kırıldı. “Kardeşlerim eğer yağmurun altında beni beklemek zorunda kalırlarsa oldukça sinirlenecekler.” “Ah affedersin. Sanırım gitmen gerekli.” Hareket etmedi. Birlikte olan zamanımızın bitmesini o da istemiyordu. Bundan çok çok hoşlandım. “Muhtemelen Şef Swan eve gelmeden önce kamyonetini istersin böylece ona Biyoloji olayını anlatmana gerek kalmaz.” Kollarımdaki utancını hatırlayınca sırıttım. “Çoktan duyduğuna eminim. Forks’ta hiçbir şey gizli kalmaz.” Kasabanın adını hoşlanmayarak söyledi. Sözlerine güldüm. Hiçbir şey gizli kalmaz tabii. “Kumsalda iyi eğlenceler.” Uzun sürmeyeceğini bilerek gittikçe zayıflayan yağmura baktım ve normalden çok daha fazla devam etmesini diledim. “Güneşlenmek için uygun bir hava.” Eh cumartesiye kadar olacaktı. Bundan keyif alırdı. “Seni yarın görmeyecek miyim?” Ses tonundaki üzüntü beni memnun etti. “Hayır. Emmett ve ben hafta sonuna erken başlıyoruz.” Şimdi plan yaptığım için kendime kızgındım. Onları bozabilirdim… ama bu noktada çok fazla avlanmak diye bir şey yoktu ve ailem ne kadar takıntılı hale dönüştüğümü belli etmeden de davranışlarımdan yeterince endişeleneceklerdi. “Ne yapacaksınız?” diye sordu sesi mutlu değildi İyi. “Keçi Kayalıkları Bölgesi’nde yürüyüşe gideceğiz Rainier’in güneyinde.” Emmett ayı sezonu için istekliydi. “Ah iyi eğlenceler.” dedi gönülsüzce. İsteksizliği beni tekrar memnun etti. Ona bakarken geçici bir vedanın düşüncesi dahi neredeyse işkence çekmeme neden oldu. Çok yumuşak ve kolay ekşinir biriydi. Onun gözümün önünden başında her şeyin gelebileceği bir yere gitmesine izin vermek çılgıncaydı ama yine de başına gelebilecek en kötü şeyler benimle birlikte olmasının sonucu olurdu. “Bu hafta sonu benim için bir şey yapabilir misin?” diye sordum ciddi bir şekilde. Kafasını salladı gözleri şaşkındı. Hafif tut. “Alınma; ama sen şu belayı mıknatıs gibi çeken insanlara benziyorsun. O yüzden… okyanusa düşmemeye ya da bir şeylere çarpmamaya çalış olur mu?” Gözlerimdeki hüznü görmemesini umarak ona gülümsedim. Orada başına ne gelebilecek olursa olsun ben uzakta olduğum için çok fazla iyi olmamasını ne kadar da çok diliyordum. Kaç Bella kaç. Senin ya da benim iyiliğim için seni çok fazla seviyorum. Alayıma gücendi. Öfkeyle bana baktı. “Elimden geleni yaparım.” dedi ve kapıyı arkasından çarpabileceği en büyük kuvvetle çarparak yağmurun içine zıpladı. Tıpkı kaplan olduğuna inanan öfkeli bir kedi yavrusu gibi. Ceketinin cebinden yeni aldığım anahtarı kavradım ve arabayla uzaklaşırken gülümsedim.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:34
. Melodi Okula geri döndüğümde beklemek zorunda kaldım. Son saat henüz bitmemişti. Bu iyiydi çünkü düşünmem gereken şeyler vardı ve yalnız zamana ihtiyaç duyuyordum. Kokusu arabadan gitmemişti. Pencereleri kapalı tutup bana hücum etmesine izin verdim ve boğazımdaki alevlere alışmaya çalıştım. Cazibe. Bu düşünülmesi problemli bir konuydu. Çok farklı yanlar çok farklı anlam ve seviyeler. Aşkla aynı şey değildi; ama içinden çıkılamayacak şekilde bağlıydı. Bella’yı cezbedip cezbetmediğime dair hiçbir fikrim yoktu. (Zihinsel sessizliği ben delirene kadar daha da sinir bozucu olmaya devam mı edecekti yoksa sonunda erişeceğim bir sınır var mıydı?) Fiziksel tepkilerini diğerleriyle – Jessica ve sektreter gibi – karşılaştırmayı denedim; ama bir sonucu yoktu. Aynı işaretler – kalp atışında ve soluk alıp verişte değişiklikler – ilgi anlamına geldiği gibi kolaylıkla korku şok ya da gerginlik anlamına da gelebilirdi. Bella’nın bir zamanlar Jessica Stanley’nin sahip olduğu düşünceleri paylaşabilmesi mümkün değildi. Sonuçta o tam olarak ne olduğunu bilmese de benimle ilgili bir yanlışlık olduğunu biliyordu. Buz tenime dokunmuştu ve elini anında soğuktan çekmişti. Yine de o fantezilerin beni iğrendirdiğini hatırladığımda; ama bu sefer Jessica’nın yerinde Bella’yla hatırladığımda… Daha hızlı nefes alıyordum ve ateş boğazımı tırmalıyordu. Ya beni kollarım narin vücuduna dolanmış halde hayal eden Bella olsaydı? Onu göğsüme doğru sıkıca yaklaştırıp elimle çenesinin altını kavradığımı? Kızaran yüzünden saçlarının gür perdesini okşayarak çektiğimi? Parmak uçlarımla dolgun dudaklarının şeklini takip ettiğimi? Yüzümü onunkine doğru dudaklarımda nefesinin sıcaklığını hissedebilecek kadar eğdiğimi? Daha yaklaştığımı… Ama sonra hayalden kaçındım Jessica bunları hayal ettiğinde olduğu gibi eğer ona o kadar yaklaşırsam olacakları bilerek… Cazibe imkansız bir ikilemdi çünkü Bella beni çoktan en kötü şekilde cezbetmişti. Bella’nın bana bir kadının bir erkeğe olduğu şekilde çekilmesini istiyor muydum? Bu yanlış soruydu. Doğru soru Bella’nın bana bu şekilde çekilmesini istemeli miyim’di cevap da hayırdı çünkü insan bir erkek değildim ve bu onun için doğru değildi. Varlığımın her zerresiyle normal bir erkek olabilmek için yanıp tutuştum böylece hayatını tehlikeye atmadan onu kollarıma alabilirdim. Böylece kendi hayallerimi kurabilirdim sonunda onun kanının ellerimi kaplamadığı gözlerimde parlamadığı hayaller… Onun peşinden koşmamın bir savunması yoktu. Ona dokunmayı bile göze alamadığımda nasıl bir ilişki teklif edebilirdim ki? Başımı ellerimin arasına aldım. Çok daha kafa karıştırıcıydı çünkü hayatım boyunca hiç bu kadar insan gibi hissetmemiştim – hatırlayabildiğim kadarıyla insanken bile. İnsan olduğum zamanlar düşüncelerim askerliğin görkemine dönüktü. Büyük Savaş gençliğimde patlak vermişti ve salgın vurduğunda on sekizekşi doğum günüme sadece dokuz ay vardı… O insan yıllarından sadece belirsiz izler kalmıştı bulutlu anılar geçen her onyılla solmuştu. En berrak olarak annemi hatırlıyordum ve yüzünü düşündüğümde eskiden kalma bir sızı hissediyordum. İstekle koştuğum gelecekten ne kadar nefret ettiğini her gece dua ederek akşam yemeklerinde ‘korkunç savaş’ın bitmesine dair isteğini dile getirdiğini hayal meyal hatırlıyordum… Başka bir hasrete dair anım yoktu. Annemin sevgisinin dışında bana kalmayı diletmiş hiçbir sevgi yoktu… Bu benim için tamamen yeniydi. Düşünecek hiçbir paraleli yapılacak hiçbir karşılaştırması yoktu. Bella’ya hissettiğim aşk saf olarak ortaya çıkmıştı; ama şimdi sular çamurlanmıştı. Ona dokunabilmeyi çok istemiştim. O da aynısını hissetmiş miydi? Fark etmez diye ikna etmeye çalıştım kendimi. Beyaz ellerime baktım sertliklerinden soğukluklarından insansı olmayan güçlerinden nefret ederek... Kapı açıldığında yerimden sıçradım. Ha. Hazırlıksız yakalandın. Bu bir ilk diye düşündü Emmett yerine yerleşirken. “Bahse girerim ki Bayan Goff uyuşturucu kullandığını düşünüyor son zamanlarda çok tuhafsın. Bugün neredeydin?” “Ben… yararlı işler yapıyordum.” Ha? Güldüm. “Hastayla ilgilenmek gibi bir şey.” Bu kafasını daha da çok karıştırdı; ama sonra arabadaki kokuyu içine çekti. “Ah. Yine o kız mı?” Yüzümü buruşturdum. Bu gittikçe garipleşiyor. “Bir de bana sor.” diye söylendim. Kokuyu tekrar içine çekti. “Hmm. Oldukça hoş bir kokusu var değil mi?” Sözlerini daha bitirmeden istemsiz bir tepki olarak dudaklarımın arasından bir hırlama çıktı. “Sakin ol çocuk sadece söylüyorum.” Sonra diğerleri geldi. Rosalie kokuyu anında fark etti ve sinirini atlatamamış halde bana öfkeyle baktı. Probleminin ne olduğunu merak ediyordum; ama ondan duyabildiğim tek şey bir hareket dizisiydi. Jasper’ın tepkisinden de hoşlanmamıştım. Emmett gibi o da Bella’nın çekiciliğini fark etmişti. Koku ikisine de bana geldiğinin binde biri çekici değildi; ama yine de kanının onlara tatlı gelmesi beni üzdü. Jasper iyi bir kontrole sahip değildi. Alice yanıma geldi ve Bella’nın kamyonetinin anahtarını almak için elini uzattı. “Sadece yaptığımı gördüm.” dedi. “Bana nedenlerini söylemen gerekecek.” “Bu o anlama gelmiyor–” “Biliyorum biliyorum. Bekleyeceğim. Çok uzun sürmeyecek.” İç çekip anahtarı verdim. Onu Bella’nın evine kadar takip ettim. Yağmur milyonlarca küçük çekiç gibi iniyordu o kadar yüksek sesliydi ki belki Bella’nın insan kulakları kamyonetin motorunu duymamıştı. Penceresini izledim; ama bakmak için çıkmadı. Belki orada değildi. Duyulacak hiçbir düşünce yoktu. Onu kontrol etmek için yetecek kadar bile duyamamam beni üzdü – mutlu olduğundan emin olmak için güvende olduğundan en azından. Alice arkaya bindi ve eve doğru hızlandık. Yollar boştu o sayede sadece birkaç dakika aldı. Eve geldik ve hepimiz kendi ayrı eğlencelerimize gittik. Emmett ve Jasper sekiz tahtanın birleşiminden oluşan bir tahtayla kendi karmaşık kurallarıyla oynadıkları ayrıntılı satrancın ortasındaydılar. Oynamama izin vermezlerdi artık benimle sadece Alice oyun oynuyordu. Alice onların olduğu köşedeki bilgisayarına gitti ve monitörün çalıştığını duydum. Rosalie’nin elbise dolabı için yeni bir moda tasarımı üzerinde çalışıyordu; ama Rosalie bugün arkasında durup Alice’in eli dokunmatik ekranda (Carlisle ile ben sistemle biraz oynamak zorunda kalmıştık çünkü bu ekranların çoğu ısıya yanıt veriyordu) dolaşırken onu kesim ve renklerle ilgili yönlendirmeye gitmemişti. Onun yerine asık bir suratla kanepeye yayılmış hiç durmadan ve saniyede yirmi kanal değiştirerek zap yapıyordu. Garaja gidip BMW’sini tekrar düzenleyip düzenlememeye karar vermeye çalıştığını duyabiliyordum. Esme üst kattaydı mavi basma kumaşlarla çalışıyordu. Bir süre sonra Alice kafasını duvara dayadı ve ağzıyla sırtı ona dönük oturan Emmett’in gelecek hamlelerini rakibinin en sevdiği atını yüzünde sakin bir ifadeyle alan Jasper’a söylemeye başladı. Ve ben uzun zamandan beri ilk defa – o kadar uzun ki utanç duydum – girişin yanındaki zarif büyük piyanonun başına oturdum. Sesi kontrol etmek için elimi nazikçe tuşların üzerinde gezdirdim. Akort hala mükemmeldi. Üst katta Esme yaptığı şeyi bıraktı ve başını kaldırdı. Bugün arabada ortaya çıkan ezginin başını çaldım sesinin hayal ettiğimden daha iyi çıkması beni memnun etti. Edward tekrar çalıyor diye düşündü Esme mutlulukla yüzünde bir gülümseme belirerek. Masasından kalktı ve sessizce merdivenin başına geldi. Esas melodinin içinden geçmesine izin vererek ahenkli bir dize ekledim. Esme hoşnutlukla iç çekip en üst basamağa oturdu ve başını tırabzana dayadı. Yeni bir beste. Çok uzun zaman olmuştu. Ne kadar güzel bir ezgi. Melodiyi alçak perdeyi takip ederek yeni bir yöne götürdüm. Edward tekrar beste mi yapıyor? diye düşündü Rosalie ve dişleri sert bir güceniklikle birbirine kenetlendi. O anda hata yaptı ve öfkesinin esas sebebini okuyabildim. Niye bana böyle huysuzca davrandığını Isabella Swan’ı öldürme fikrinin vicdanını niye hiç rahatsız etmediğini gördüm. Rosalie ile her şey kendini beğenmişlikle ilgiliydi. Müzik birdenbire durdu ve kendimi durduramadan güldüm elimi çabucak ağzıma atmadan önce bir kahkaha attım. Rosalie bana dönüp öfkeyle baktı gözleri kırgın öfke kıvılcımları saçıyordu. Emmett ve Jasper da bana baktı ve Esme’nin kafasının karıştığını duydum. Bir anda aşağı kata indi ve Rosalie ile bana baktı. “Durma Edward.” diye cesaretlendirdi gergin bir an sonrasında. Rosalie’ye arkamı dönüp yüzümde beliren gülümsemeyi kontrol edebilmek için büyük çaba harcayarak tekrar çalmaya başladım. Ayağa kalktı ve utangaçlıktan çok öfkeyle odadan çıktı; ama kesinlikle oldukça utanmıştı. Eğer bir şey söylersen seni köpek gibi avlarım. Başka bir kahkahayı bastırdım.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:34
“Sorun ne Rosalie?” diye seslendi Emmett arkasından. Rosalie dönmedi. Devam edip garaja girdi ve arabasının altına kendini oraya gömebilecekmiş gibi girdi. “Bu da neydi?” dedi Emmett bana. “En ufak bir fikrim bile yok.” diye yalan söyledim. Emmett sinirlenip homurdandı. “Çalmaya devam et.” dedi Esme. Ellerim yine duraklamıştı. İstediği şeyi yaptım ve gelip ellerini omzuma koyarak arkamda durdu. Beste ilgi uyandırıcıydı; ama yarımdı. Bir köprüyle oynadım; ama bir şekilde doğru gelmedi. “Büyüleyici. Bir ismi var mı?” diye sordu Esme. “Daha değil.” “Hikayesi var mı?” diye sordu sesinde bir gülümsemeyle. Bu ona büyük bir hoşnutluk vermişti ve müziği boşladığım için kendimi suçlu hissettim. Bencillik etmiştim. “Bu bir… ninni sanırım.” Sonra köprüyü doğru kurdum. Arkasındaki harekete kolayca öncülük etti. “Bir ninni.” diye tekrarladı kendi kendine. Bu ezginin bir hikayesi vardı ve bir bunu kere gördüğümde parçalar çaba harcamadan yerine oturdu. Hikaye küçük bir yatakta uyuyan bir kızdı gür koyu ve dağınık saçları yastıkta deniz yosunu gibi kıvrılan bir kız… Alice Jasper’ı kendi oyunlarıyla bıraktı ve yanıma oturdu. Güzel ahenkli sesiyle ezginin iki oktav yukarısında bir sözsüz bir melodi söyledi. “Bundan hoşlandım.” diye mırıldandım. “Ama şuna ne dersin?” Dizesini ezgiye ekledim – ellerim şimdi bütün parçalar üzerinde bir arada çalışmak için tuşların üzerine uçuyordu – biraz değiştirerek yeni bir yöne yönlendirerek… Ruh halini yakaladı ve beraber söyledi. Esme omzumu sıktı. Ama Alice’in sesinin ezginin üzerinde yükselip onu başka bir yere götürmesiyle artık sonu görebiliyordum. Şarkının nasıl bitmesi gerektiğini görebiliyordum çünkü uyuyan kız tıpkı gerçekte olduğu gibi muhteşemdi ve herhangi bir değişiklik yanlış olurdu bir üzüntü olurdu. Beste bu anlayışa doğru sürüklendi daha yavaş ve daha hafif. Alice’in sesi de alçaldı ağırbaşlı hale geldi. Son notayı çaldım ve sonra tuşların üzerinde başımı eğdim. Esme saçımı okşadı. İyi olacak Edward. En iyisi yönünde çözülecek. Sen mutluluğu hak ediyorsun oğlum. Kader sana bunu borçlu. “Teşekkürler.” diye fısıldadım inanabilmeyi dileyerek. Aşk her zaman kullanışlı paketlerde karşına çıkmaz. Neşesizce güldüm. Sen büyük ihtimalle dünyadaki herkesin içinde bu kadar zor bir ikilemle savaşmak için en donanımlı kişisin. Hepimizin içinde en iyisi ve parlağısın. İç çektim. Bütün anneler oğulları için aynı şeyi düşünürdü. Esme trajedi potansiyeline rağmen bütün bu zamandan sonra nihayet kalbime dokunulduğu için hala neşeyle doluydu. Benim hep yalnız kalacağımı düşünmüştü… O da seni sevecek diye düşündü aniden düşüncelerinin yönüyle beni şaşırtarak. Eğer zekiyse. Gülümsedi. Ama birinin senin de öyle olduğunu yakalamak için o kadar yavaş olacağını hayal edemiyorum. “Yapma anne beni utandırıyorsun.” diye alay ettim. Kelimeleri olanak dışı olsa da beni neşelendirmişti. Alice güldü ve “Heart and Soul”un ilk elini ortaya çıkardı. Sırıttım ve onunda basit armoniyi tamamladım. Sonra onu bir “Chopsticks” performansıyla şereflendirdim. Kıkırdadı ve iç çekti. “Keşke Rose’a niye güldüğünü bana söylesen.” dedi. “Ama söylemeyeceğini görüyorum.” “Hayır.” Kulağıma parmağıyla bir fiske attı. “Kibar ol Alice.” diye azarladı Esme. “Edward centilmenlik yapıyor.” “Ama öğrenmek istiyorum.” Sızlanan tonuna güldüm. Sonra “İşte Esme.” dedim ve en sevdiği besteyi çalmaya başladım Carlisle ile aralarında izlediğim aşklarına isimsiz bir hediye. “Teşekkürler canım.” Tekrar omzumu sıktı.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:35
Tanıdık parçaya odaklanmam gerekmedi. Onun yerine hala garajda olan Rosalie’yi düşündüm ve kendi kendime sırıttım. Kıskançlığın potansiyelini kendim yeni keşfettiğim için ona biraz acıyordum. Sefil eden bir duyguydu. Tabii ki onun kıskançlığı benimkinden binlerce kat daha azdı. Rosalie’nin hayatı ve kişiliği bu kadar güzel olmasaydı ne kadar değişik olurdu merak ettim. Eğer güzellik her zaman en güçlü noktası olmasaydı daha mutlu bir insan olur muydu? Daha az ben merkezci? Daha çok şefkatli? Eh sanırım merak etmek işe yaramazdı çünkü geçmiş geçmişti ve o her zaman en güzel olmuştu. İnsan olduğu zamanlar bile kendi güzelliğinin spot ışıkları altında yaşamıştı. Onun için sorun değildi. Tam tersi – çekiciliği neredeyse her şeyden daha çok seviyordu. Bu ölümlülüğünü kaybedişiyle değişmemişti. O yüzden ben baştan beri onun güzelliğine diğer bütün erkeklerden beklediği gibi aşırı hayranlık duymadığım için gücenmesi sürpriz değildi. Beni hiçbir şekilde istediğinden değil – bundan çok uzaktı; ama buna rağmen onu istemediğim için darılmıştı. İstenmeye çok alışıktı. Jasper ve Carlisle ile farklıydı – onların ikisi de zaten aşıktı. Ben tamamen boştaydım; ama yine de inatla hareketsiz kalmıştım. Eski gücenikliğinin kaybolduğunu düşünmüştüm uzun süre önce geçtiğini. Ve geçmişti… Ben sonunda güzelliği bana onunkinin dokunmadığı şekilde dokunan birini bulana kadar. Rosalie eğer onun güzelliğini hayranlığa değer bulmadıysam dünyada bana ulaşacak hiçbir güzellik olmadığı inancına güvenmişti. Bella’nın hayatını kurtardığımdan beri sinirliydi; benim tamamen bilinçsiz olduğum ilgiyi kadın hisleriyle tahmin etmişti. Önemsiz bir insan kızını ondan daha çekici bulduğum için ciddi olarak alınmıştı. Gülme dürtüsünü tekrar bastırdım. Beni rahatsız etti ama Bella’yı görüşü. Rosalie gerçekten kızın sıradan olduğunu düşünüyordu. Buna nasıl inanabilirdi? Bana anlaşılmaz geliyordu. Kıskançlığın bir sonucuydu şüphesiz. “Ah!” dedi Alice aniden. “Jasper tahmin et ne gördüm?” Gördüğünü görmüştüm ve ellerim tuşlarda donakalmıştı. “Ne oldu Alice?” diye sordu Jasper. “Peter ve Charlotte haftaya ziyarete geliyorlar. Buralarda olacaklar ne güzel değil mi?” “Sorun ne Edward?” diye sordu Esme omuzlarımdaki gerilimi hissedip. “Peter ve Charlotte Forks’a mı geliyorlar?” diye tısladım Alice’e. Gözlerini devirdi. “Sakinleş Edward. Bu onların ilk ziyareti değil.” Dişlerim birbirine kenetlendi. Bu Bella geldiğinden ve tatlı kanı sadece bana çekici gelmediğinden beri ilk ziyaretleriydi. Alice yüz ifademi görünce kaşlarını çattı. “Asla burada avlanmazlar. Bunu biliyorsun.” Ama Jasper’ın bir nevi kardeşi olan vampir ve sevdiği küçük vampir bizim gibi değillerdi; alışıldık yoldan avlanıyorlardı. Bella’nın etrafında onlara güvenilmezdi. “Ne zaman?” diye sordum. Dudaklarını mutsuz bir şekilde büzdü; ama öğrenmem gerekeni söyledi. Pazartesi sabahı. Kimse Bella’yı ekşitmeyecek. “Hayır.” diye katıldım ona ve sırtımı döndüm. “Hazır mısın Emmett?” “Sabah gideceğimizi sanıyordum?” “Pazar gecesi geri döneceğiz. Ne zaman gideceğimiz sana kalmış.” “Peki tamam. Önce Rose’a hoşça kal dememe izin ver.” “Tabii.” Rosalie’nin içinde bulunduğu tuh haliyle bu kısa bir veda olacaktı. Gerçekten kendini kaybettin Edward diye düşündü arka kapıya yönelirken. “Sanırım kaybettim.” “Yeni besteyi benim için bir kere daha çal.” diye rica etti Esme. “Eğer istersen.” diye kabul ettim ezgiyi kaçınılmaz sonuna – bana yabancı şekillerde acı veren sona – kadar çalmakta biraz tereddütlü olmama rağmen. Bir an düşündüm sonra cebimden şişe kapağını çıkarıp boş nota sehpasına koydum. Bu biraz yardımcı oldu – onun evetinin küçük anı. Kendi kendime başımı salladım ve çalmaya başladım. Esme ve Alice birbirlerine baktılar; ama ikisi de sormadı.
“Kimse sana yemeğinle oynamamanı söylemedi mi?” diye seslendim Emmett’e. “Ah selam Edward!” diye bağırdı elini sallayıp sırıtarak. Ayı onun dikkat dağınıklığından faydalanıp ağır pençesiyle Emmett’in göğsünü tırmaladı. Keskin tırnaklar tişörtünü parçaladı ve derisinde gıcırtı sesi çıkardı. Ayı yüksek perdedeki ses üzerine böğürdü. Ah kahretsin bu tişörtü bana Rose vermişti. Emmett geri kükreyerek hayvanı çileden çıkardı. İç çektim ve yakın bir kayaya oturdum. Bu zaman alabilirdi. Ama Emmett neredeyse işi bitirmişti. Ayının başka bir pençe darbesiyle kafasını koparmayı denemesine izin verdi ve darbe geri sekip ayıya zarar verdiğinde güldü. Ayı kükredi ve Emmett gülüşünün arasında ona geri kükredi. Sonra arka ayakları üzerinde kendinden bir baş büyük olan hayvanın üzerine atladı. Vücutları birbirlerine dolanarak ve beraberlerinde olgun bir alaçamı da götürerek yere düştü. Ayının hırlamaları bir lıkırtı sesiyle kesildi. Birkaç dakika sonra Emmett onu beklediğim yere koştu. Tişörtü mahvolmuştu yırtık ve kanlıydı ayrıca yapış yapıştı ve kürkle kaplıydı. Siyah kıvırcık saçları da pek iyi durumda değildi. Yüzünde kocaman bir sırıtma vardı. “Bu güçlüydü. Bana pençe attığında neredeyse hissettim.” “Çocuk gibisin Emmett.” Benim düzgün temiz gömleğime bir bakış attı. “O dağ aslanını takip edemedin mi?” “Tabii ki ettim. Sadece senin gibi vahşi yemiyorum.” “Keşke daha güçlü olsalardı. Daha eğlenceli olurdu.” “Kimse sana yemeğinle kavga etmen gerektiğini söylemedi.” “Evet; ama başka kimle kavga edeceğim? Sen ve Alice hile yapıyorsunuz Rose saçının bozulmasını hiç istemiyor ve Esme eğer Jasper ve ben gerçekten kavga edersek çok sinirleniyor.” “Hayat zor değil mi?” Emmett bana sırıttı ve saldırı pozisyonuna geçti. “Hadi ama Edward. Sadece bir dakikalığına kapat şunu ve adil savaş.” “Kapatılmıyor.” diye hatırlattım ona. “O insan kızın seni zihninden uzak tutmak için ne yaptığını merak ediyorum.” dedi Emmett düşünceye dalarak. “Belki bana birkaç püf nokta verebilir.” Neşem silindi. “Ondan uzak dur.” diye homurdandım dişlerimin arasından. “Alıngan alıngan.” İç çektim. Emmett geldi ve yanıma oturdu. “Özür dilerim. Zor bir durumdan geçtiğini biliyorum. Gerçekten çok fazla kaba olmamaya çalışıyorum; ama bu bir nevi benim doğal durumum olduğu için…” Şakasına gülmemi bekledi ve sonra yüzünü buruşturdu. Her zaman çok ciddisin. Şimdi seni ne rahatsız ediyor? “Onu düşünüyorum. Endişeleniyorum aslında.” “Endişelenecek ne var? Sen buradasın.” Yüksek sesle güldü. Şakasını görmezden geldim; ama sorusuna cevap verdim. “Ne kadar kırılgan olduklarını hiç düşündün mü? Bir ölümlünün başına ne kadar çok kötü şey gelebileceğini?” “Pek değil. Kastettiğin şeyi anlıyorum gerçi. İlk seferinde bir ayıya pek eş bir rakip değildim değil mi?” “Ayılar” diye mırıldandım yığına bir korku daha ekleyerek. “Bu kesinlikle onun şansı olurdu değil mi? Kasabada başıboş bir ayı. Tabii ki direkt Bella’ya giderdi.” Emmett kıkırdadı. “Deli gibi konuşuyorsun biliyor musun?” “Sadece bir dakikalığına Rosalie’nin insan olduğunu hayal et Emmett ve bir ayıyla karşılaşabileceğini… ya da bir arabanın ona çarpabileceğini… ya da yıldırım düşebileceğini… ya da merdivenlerden düşebileceğini… ya da hastalanabileceğini!” Kelimeler gök gürültüsü gibi çıktı. Dışarı çıkmalarına izin vermek bir rahatlıktı – bütün hafta sonu içimde büyümüşlerdi. “Yangınlar ve depremler ve fırtınalar! Off! En son ne zaman haberleri seyrettin? Onların başına ne tür şeyler geldiğini gördün mü? Hırsızlıklar ve cinayetler.” Dişlerim birbirine kenetlendi ve başka bir insanın onu ekşitmesi fikri beni öyle çileden çıkardı ki nefes alamadım. “Orada kal çocuk. O Forks’ta yaşıyor hatırladın mı? En kötüsü yağmurda ıslanır.”
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:35
Omuzlarını silkti. “Ciddi bir kötü şansı olduğunu düşünüyorum Emmett gerçekten düşünüyorum. Kanıtlara bak. Dünyada gidebileceği o kadar çok yer varken vampirlerin nüfusun önemli bölümünü işgal ettikleri bir kasabaya geliyor.” “Evet; ama biz vejetaryeniz. O yüzden bu iyi şans değil mi?” “O kokusuyla mı? Kesinlikle kötü. Ve sonra çok daha kötü şans olarak bana nasıl koktuğu var.” Ellerime tekrar nefret ederek öfkeyle baktım. “Carlisle dışında herkesten daha iyi kontrolün olması dışında. Yine iyi şans.” “Minibüs?” “Sadece bir kazaydı.” “Ona gelişini görmen gerekliydi Em tekrar tekrar. Yemin ederim sanki bir mıknatısı varmış gibiydi.” “Ama sen oradaydın. Bu da iyi şanstı.” “Öyle mi? Bu bir insanın başına gelebilecek en kötü şanssızlık değil mi – bir vampirin ona aşık olması?” Emmett bir süre sessizce düşündü. Kızı kafasında canlandırdı ve görüntüyü ilginç bulmadı. Gerçekten cazibeyi göremiyorum. “Eh ben de Rosalie’nin çekiciliğini göremiyorum.” dedim kabaca. Emmett kıkırdadı. “Sanırım bana söylemezsin…” “Probleminin ne olduğunu bilmiyorum Emmett.” diye yalan söyledim ani ve geniş bir sırıtmayla. Niyetini kendimi korumaya yetecek vakit varken gördüm. Beni kayadan düşürmeye çalıştı ve aramızdaki taş yarılırken yüksek bir çatırtı sesi duyuldu. “Hilekar.” diye mırıldandı. Başka bir deneme yapmasını bekledim; ama düşünceleri farklı bir yöne gitmişti. Yine Bella’nın yüzünü canlandırıyordu; ama daha beyaz hayal ediyordu ve gözlerini parlak kırmızı… “Hayır.” dedim sesim titredi. “Bu ölümlülük konusundaki endişelerini çözümler değil mi? Ve onu öldürmek de istemezsin. En iyi yol bu değil mi?” “Benim için mi yoksa onun için mi?” “Senin için.” diye cevapladı basitçe. Ses tonu bir tabii ki ekledi. Neşesizce güldüm. “Yanlış cevap.” “Ben sorun etmedim.” diye hatırlattı. “Rosalie etti.” İç çekti. İkimiz de Rosalie’nin eğer tekrar insan olabilecekse her şeyi yapabileceğini her şeyden vazgeçebileceğini biliyorduk. Emmett’tan bile. “Evet Rosalie etti.” diye kabul etti sessizce. “Ben yapamam… yapmamalıyım… Bella’nın hayatını mahvetmeyeceğim. Eğer o Rosalie olsaydı aynı şeyleri hissetmez miydin?” Emmett bir süre düşündü. Sen onu gerçekten… seviyor musun? “Tanımlayamıyorum bile Emmett. Bir anda kız benim bütün dünyam oldu. O olmadan dünyanın bir anlamını göremiyorum.” Ama onu değiştirmeyeceksin? Sonsuza kadar yaşayamaz Edward. “Bunu biliyorum.” diye inledim. Ve senin de söylediğin gibi bir nevi kırılgan. “Güven bana – onu da biliyorum.” Emmett ince ruhlu bir insan değildi ve narin tartışmalar onun en iyi yaptığı şey değildi. Şimdi gücendirici olmamayı isteyerek bocalıyordu. Ona hiç dokunabilecek misin? Yani eğer onu seviyorsan… ona dokunmak istemeyecek misin? Emmett ve Rosalie şiddetli bir fiziksel aşkı paylaşıyorlardı. Bu olmadan birinin sevebileceğini anlamakta güçlük çekiyordu. İç çektim. “Bunu düşünemem bile Emmett.” Vay. O zaman seçeneklerin neler? “Bilmiyorum.” diye fısıldadım. “Onu… onu bırakmak için bir yol arıyorum. Sadece kendimi nasıl uzakta tutabileceğimi bilmiyorum.” Büyük bir hoşnutlukla birdenbire kalmanın doğru olduğunu anladım – en azından şimdi. Peter ve Charlotte gelirken. Burada geçici olarak benimle birlikte güvendeydi ve sonra ben gidince güvende olacaktı. Bir süre onun pek olası olmayan koruyucusu olabilirdim. Bu düşünce beni heyecanlandırdı; bu rolü mümkün olduğunca uzun doldurmak için karşı konulmaz bir gitme isteği duydum. Emmett yüz ifademdeki değişikliği fark etti. Ne düşünüyorsun? “Şu anda.” diye itiraf ettim mahcup bir şekilde. “Forks’a dönüp onu kontrol etmek için ölüyorum. Pazar gecesini edebilir miyim bilmiyorum.” “I-ıh! Eve erken gitmeyeceksin. Rosalie’nin biraz sakinleşmesine izin ver. Lütfen! Benim için.” “Kalmaya çalışırım.” dedim şüpheyle. Emmett cebimdeki telefona hafifçe vurdu. “Alice eğer panik atağın için bir sebep olursa seni arar. Bu kız hakkında en az senin kadar garip.” Yüzümü buruşturdum. “İyi; ama pazarı geçirmeyeceğim.” “Geri dönmek için acele etmenin bir manası yok – zaten güneşli olacak. Alice Çarşambaya kadar okula gidemeyeceğimizi söyledi.” Sertçe kafamı iki yana salladım. “Peter ve Charlotte düzgün davranmasını bilirler.” “Umrumda değil Emmett. Bella’nın şansıyla ormana yürümeye tam yanlış zamanda gider ve–” İrkildim. “Peter kendini kontrol edişiyle bilinmiyor. Pazar günü geri dönüyorum.” Emmett iç çekti. Tamamen deli biri gibi.
ıÜüPazartesi sabahı pencereden yatak odasına tırmandığımda Bella huzurla uyuyordu. Bu sefer yağ getirmeyi hatırlamıştım ve pencere yolumdan sessizce çekilmişti. Saçının yastıkta düz şekilde uzanışından burada olduğum son geceden daha rahat bir gece geçirdiğini söyleyebilirdim. Elleri küçük bir çocuk gibi yanağının altındaydı ve ağzı hafifçe açılmıştı. Dudaklarının arasından soluğunun yavaş giriş çıkışını duyabiliyorum. Burada olmak onu tekrar görebilmek inanılmaz bir ferahlıktı. Durum bu olmadığı zaman gerçekten huzurlu olamadığımı fark ettim. Ondan uzaktayken hiçbir şey doğru değildi. Onunlayken her şey doğru da değildi gerçi. İç çektim ve susuzluk ateşinin boğazımı tırmalamasına izin verdim. Uzun süre uzak kalmıştım. Acı ve ayartı olmaksızın geçirilen zaman şimdi bunun etkisini çok daha kuvvetlendirmişti. Kitaplarının adlarını okuyabilmek için yatağının yanında diz çökememem yeterince kötüydü. Aklındaki hikayeleri bilmek istiyordum; ama susuzluğumdan çok eğer kendime ona o kadar yaklaşmak için izin verirsem daha da yaklaşmak isteyeceğimden korkuyordum… Dudakları çok yumuşak ve sıcak görünüyordu. Onlara parmağımın ucuyla dokunduğumu hayal edebiliyordum sadece hafifçe… Bu kesinlikle kaçınmam gereken türden bir hataydı. Gözlerim tekrar tekrar yüzünde dolaştı değişiklikler için onu inceledi. Ölümlüler her zaman değişiyordu – herhangi bir şey kaçırma fikri üzücüydü. Yorgun göründüğünü düşündüm. Bu hafta sonu yeterince uyuyamamış gibi. Biriyle dışarı mi çıkmıştı? Alayla ve sessizce bunun beni ne kadar çok üzdüğüne güldüm. Ne olmuş çıktıysa? Ona sahip değildim. O benim değildi. Hayır o benim değildi – ve ben yine üzgündüm. Ellerinden biri büküldü ve avucunda yüzeysel ancak iyileşmiş çizikler olduğunu gördüm. Ekşinmiş miydi? Ciddi bir yara olmadığı açık olsa da yine de beni rahatsız etti. Yerini tarttım ve mutlaka düşmüş olduğuna karar verdim. Düşünüldüğünde bu mantıklı bir açıklamaydı. Bütün bu küçük gizemleri sonsuza kadar çözmeye çalışmak zorunda olmadığımı düşünmek rahatlatıcıydı. Artık arkadaştık – ya da en azından olmaya çalışıyorduk. Ona hafta sonunu sorabilirdim – kumsalı ve bu kadar yorgun görünmesine neden olsan gece aktivitesinin ne olduğunu. Ellerine ne olduğunu sorabilirdim ve onlarla ilgili teorimi doğruladığında gülebilirdim. Okyanusa düşüp düşmediğini merak ederken hafifçe gülümsedim. Orada hoş vakit geçirip geçirmediğini merak ettim. Beni hiç düşünüp düşünmediğini merak ettim. Onu özlediğimin çok az bir kısmı bile beni özleyip özlemediğini… Onu kumsalda güneşte resmetmeye çalıştım. Resim tam değildi ama çünkü hiçbir zaman First Plajı’nda bulunmamıştım. Nasıl göründüğünü sadece fotoğraflardan biliyordum… Evimden sadece birkaç dakikalık koşu mesafesinde bulunan güzel kumsala hiç gitmemiş olma sebebimi düşününce endişe hissettim. Bella günü La Push’ta geçirmişti – antlaşma tarafından gitmemin yasaklanmış olduğu yerde. Birkaç yaşlı adamın hala Cullen’larla ilgili hikayeleri hatırladığı yerde hatırladıkları ve inandıkları yerde. Sırrımızın bilindiği bir yerde… Kafamı salladım. Bu konuda endişelenecek bir şey yoktu. Quileute’ler de antlaşma tarafından bağlanmışlardı. Bella o yaşlanan bilgelere rastlasa bile hiçbir şeyi açığa çıkartamazlardı. Ve konu niye açılmış olsundu ki? Bella niye merakını orada seslendirmeye karar versindi? Hayır – muhtemelen Quileute’ler kaygılanmamam gereken tek şeydi. Güneş doğmaya başlayınca sinirlendim. Bana merakımı önümüzdeki günlerde tatmin edemeyeceğimi hatırlattı. Niye şimdi parlamayı seçmişti? İç çekerek etraf birinin beni burada görmesine yetecek kadar aydınlanmadan önce pencereden çıktım. Okula gidişini görmek için evinin yanındaki sık ormanda kalacaktım; ama ağaçların arasına girdiğimde kokusunu oradaki patikada alınca şaşırmıştım. Karanlıkta hızla merakla ve derine gittikçe endişelenerek takip ettim. Bella burada ne yapıyordu? Patika özel olmayan bir yerde aniden bitti. Eğrelti otlarının arasına doğru sadece birkaç adım daha ileri gitmişti düşmüş bir ağacın gövdesine dokunmuştu belki de oraya oturmuştu… Oturduğu yere oturdum ve etrafa baktım. Görebileceği tek şey eğrelti otları ve ağaçlardı. Muhtemelen yağmur yağıyordu – koku yıkanmıştı ağaca işlememişti. Bella niye gelip tek başına oturmuştu – yalnızdı bundan şüphem yoktu – bu ıslak karanlık ormanda? Hiçbir anlam çıkaramıyordum ve diğer merak noktalarının tersine bundan normal bir diyalogda bahsedemezdim. Ee Bella uyuyuşunu izlediğim odandan ayrıldıktan sonra ormanda kokunu takip ediyordum da… Burada ne düşündüğünü ve ne yaptığını hiçbir zaman öğrenemeyecektim bu dişlerimin sinirle gıcırdamasına neden oldu. Daha da kötüsü bu Emmett için hayal ettiğim senaryoya çok benziyordu – Bella kokusunun takip etmek için duyuları olan herkesi çekeceği ağaçların arasında yalnız dolaşıyor… İnledim. Sadece kötü şansı yoktu o kendi de çağırıyordu. Pekala şu an için bir koruyucusu vardı. Onu kollayacaktım zarar görmesini engelleyecektim bu durumu haklı çıkarabildiğim sürece. Aniden kendimi Peter ve Charlotte’un uzun bir ziyaret yapmasını dilerken buldum.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:36
8. Hayalet Jasper’ın ziyaretçilerini Forks’ta oldukları iki güneşli gün boyunca pek görmedim. Eve sadece Esme endişelenmesin diye uğradım. Bunun dışında varlığım bir vampirinkinden çok bir hayaletinkine benziyordu. Aşkımın ve saplantımın öznesini takip edebileceğim güneş ışığında yanında yürüyebilen şanslı insanların zihninde onu görebileceğim ve duyabileceğim yerde gölgelerin içinde görünmez halde dolanıyordum. Bazen yanlışlıkla elleri onun elinin arkasına değiyordu. Böyle bir temasa hiç tepki vermiyordu; elleri onunki kadar sıcaktı. Okula mecburen gitmemek hiçbir zaman böyle bir çile olmamıştı; ama güneş onu mutlu etmiş görünüyordu o yüzden çok fazla öfkelenemedim. Onu memnun eden her şey benim için iyiydi. Pazartesi sabahı kendime güvenimi yok edip ondan uzakta geçirdiğim zamanı işkenceye çevirebilecek bir konuşma dinledim; ama bittiğinde beni çok sevindirmişti. Mike Newton’a biraz saygı duymalıydım; tamamen vazgeçip yaralarını sarmak için uzaklaşmamıştı. Düşündüğümden daha çok cesarete sahipti. Tekrar deneyecekti. Bella okula oldukça erken gitti ve belli ki parladığı sürece güneşin tadını çıkarmaya kararlı olarak zilin çalmasını beklerken nadiren kullanılan piknik banklarından birine oturdu. Güneş saçına beklenmedik şekillerde etki yapmış tahmin etmediğim kırmızı bir ışıltı vermişti. Mike onu orada tekrar karalama yaparken buldu ve şansı üzerine heyecanlandı. Parlak güneş ışığı nedeniyle ormanın gölgelerine bağlı ve güçsüz halde sadece izleyebilmek acı vericiydi. Bella Mike’ı onun mutlu olmasına bende de tam tersi etki yapmasına yetecek bir hevesle selamladı. Bak benden hoşlanıyor. Eğer hoşlanmasaydı böyle gülümsemezdi. Bahse girerim ki benimle dansa gitmek istiyordu. Acaba Seattle’da bu kadar önemli ne var… Saçındaki değişikliği gördü. “Daha önce hiç fark etmemiştim – saçının içinde kırmızı tonları var.” Bir tutamı parmaklarının arasına aldığında yanlışlıkla elimi koymuş olduğum genç bir ladini söktüm. “Sadece güneşte.” dedi ve beni çok fazla tatmin ederek tutamı kulağının arkasına attığında ondan hafifçe çekindi. Mike’ın cesaretini toplaması bir süre aldı zamanı önemsiz bir konuşmayla geçirdi. Bella ona hepimizin çarşamba gününe teslim etmemiz gereken kompozisyonu hatırlattı. Yüzündeki hafif kendini beğenmiş ifadeden anlaşılıyordu ki onunki çoktan bitmişti. Mike tamamen unutmuştu ve bu boş zamanını kısıtlıyordu. Kahretsin – aptal kompozisyon. Sonunda konuya geldi – dişlerim birbirine o kadar sert kenetlenmişti ki graniti un ufak edebilirdi – ve o zaman bile soruyu doğru soramadı. “Benimle dışarı çıkmayı isteyip istemediğini soracaktım.” “Ya” Kısa bir sessizlik oldu. Ya? Bu da ne demek? Evet mi diyecek? Bekle – sanırım gerçekten sormadım. Zorlukla yutkundu. “Diyordum ki yemeğe falan gidebiliriz… ve ben ödev üzerinde sonra çalışabilirim.” Aptal – bu da bir soru değildi. “Mike…” Kıskançlığımın acısı ve öfkesi aynı geçen hafta olduğu kadar güçlüydü. Kendimi orada tutmaya çalışırken başka bir ağacı daha devirdim. İnsan gözlerinin göremeyeceği hızla kampüse koşup onu kaçırmayı – şu anda öldürüp bundan keyif alabileceğim o oğlandan onu çalmayı çok istedim. Ona evet der miydi? “Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.” Tekrar nefes aldım. Katılaşmış vücudum rahatladı. Seattle sadece bir bahaneydi demek ki. Hiç sormamalıydım. Ne düşünüyordum ki? Bahse girerim o ucubedir Cullen… “Niye?” diye sordu asık bir suratla. “Bence…” Tereddüt etti. “Ve eğer şu anda söylediğimi tekrar edersen seni memnuniyetle döverek öldürürüm–” Dudaklarından dökülen ölüm tehdidinin kulağa geliş şekline yüksek sesle güldüm. Bir karga feryat etti ürktü ve benden kaçtı. “Ama bence bu Jessica’nın duygularını ekşitir.” “Jessica?” Ne? Ama… Ah. Tamam. Sanırım… Yani… Ha. Düşünceleri artık tutarlı değildi. “Gerçekten Mike kör müsün?” Duygularını paylaşıyordum. Herkesten kendisi kadar zeki olmalarını beklememeliydi; ama bu gerçek çok açıktı. Mike Bella’ya çıkma teklif etmek için kendini o kadar zorladıktan sonra Jessica için böyle zor olmadığını mı düşünmüştü? Onu diğerlerine kör eden mutlaka bencilliği olmalıydı. Bella o kadar özveriliydi ki her şeyi görüyordu. Jessica. Hah. Vay. Hah. “Ya” diyebildi. Mike ondan sonra güvenilmez bir görüş noktası haline geldi. Jessica’yı kafasında tekrar tekrar döndürdükten sonra onun tarafından çekici bulunmaktan hoşlandığını anladı. İkekşi sıradaydı Bella’nın böyle hissetmesi kadar iyi değildi. Tatlı ama sanırım. Güzel vücut. Eldeki bir kuş… Sonra Bella’yla olanlar kadar iğrenç fantezilerine dalmıştı; ama şimdi öfkelendirmek yerine sadece sinir bozuyorlardı. İki kızı da ne kadar az hak ediyordu; gözünde neredeyse değiş tokuş edilebilirlerdi. Bunun üzerine zihninden uzak durdum. Bella gittiğinde devasa bir ağacın serin gövdesine kıvrıldım ve zihinden zihne geçerek onu her zaman görüşümde tuttum. Angela Weber’ın gözleri uygun olduğunda her zaman memnundum. Keşke Weber kızına tamamen iyi biri olduğu için teşekkür etmenin bir yolu olsaydı. Bella’nın ona layık bir arkadaşa sahip olması daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Yüzünü görebildiğim her açıdan izledim ve tekrar üzgün olduğunu fark ettim. Bu beni şaşırttı – güneşin onun gülümsemeye devam etmesi için yeterli olacağını düşünmüştüm. Öğle yemeğinde sık sık boş Cullen masasına baktığını gördüm ve heyecanlandım. Bana umut verdi. Belki o da beni özlemişti. Diğer kızlarla çıkmak için planları vardı – otomatik olarak ben de kendi gözetim planlarımı yaptım – ama Mike Jessica’yı Bella için planladığı randevuya davet edince bu tasarılar ertelendi. O yüzden direkt olarak evine gittim ve yolda kimsenin çok yaklaşmadığından emin olmak için orman içinde ufak bir tarama yaptım. Jasper’ın eski kardeşini kasabadan kaçınması için uyardığını biliyordum – hem açıklama hem de uyarı olarak deliliğimden bahsetiğini – ama risk almayacaktım. Peter ve Charlotte’un ailemle düşmanlık yaratma niyetleri yoktu; fakat bunlar değişebilir şeylerdi… Pekala abartıyordum bunu biliyordum. Benim izlediğimi biliyormuş gibi onu göremediğimde çektiğim işkenceye acımış gibi Bella içeride uzun bir saat kaldıktan sonra arka bahçeye çıktı. Elinde bir kitap kolunun altında bir örtü vardı. Sessizce açıklığa yüksekten bakan en yakın ağacın yüksek dallarına tırmandım. Örtüyü ıslak çimlerin üzerine yaydı karnının üzerine yatıp bir yeri bulmaya çalışıyor gibi yıpranmış kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Omzunun üzerinden okudum. Ah – daha fazla klasik. Bir Austen hayranıydı. Ayak bileklerini birbiri üzerine atarak hızlıca okudu. Vücudu aniden dikelip eli sayfada donduğunda güneş ışığının ve rüzgarın saçında oynayışını izliyordum. Gördüğüm tek şey kalın bir sayfa kesitini sertçe alıp çevirdiğinde üçüncü bölümde olduğuydu. Bir başlık sayfasının görüntüsünü yakaladım Mansfield Park. Yeni bir hikayeye başlıyordu – kitap derleme bir eserdi. Niye bu kadar ani hikaye değiştirdiğini merak ettim. Kısa bir süre sonra sinirle kitabı kapattı. Yüzünde sert bir ifadeyle kitabı itti ve döndü. Kendini sakinleştirmeye çalışıyormuşçasına derin bir nefes aldı bluzunun kollarını kıvırdı ve gözlerini kapattı. Romanı hatırlıyordum; ama onu sinirlendirebilecek bir şey düşünemiyordum. Başka bir gizem. İç çektim. Hareketsizce yattı sadece bir kere saçını yüzünden çekmek için hareket etti. Kestane rengi bir nehir halinde başının üzerinde havalandı. Sonra tekrar hareketsizleşti. Nefes alıp verişi yavaşladı. Birkaç uzun dakika sonra dudakları titremeye başladı. Uykusunda mırıldanıyordu. Karşı çıkılması imkansız. Mümkün olduğunca uzağı dinledim yakınlardaki evlerin içindeki sesleri yakaladım. İki kaşık un… bir bardak süt… Hadi ama! Şunu potaya geçir! Ah hadi ama! Kırmızı ya da mavi… ya da belki daha sıradan bir şey giymeliyim… Yakınlarda kimse yoktu. Yere zıpladım ve sessizce parmak uçlarımın üzerine indim. Bu çok yanlış çok riskliydi. Eskiden ne kadar da küçümser tavırlarla Emmett’i düşüncesiz davranışları Jasper’ı da disiplinsizliği nedeniyle yargılardım – ve şimdi bilinçli olarak bütün kuralları vahşi bir coşkuyla yok sayıyordum. Bir zamanlar sorumluluk sahibi olan bendim. İç çektim; ama aldırışsızca gün ışığının içine ilerledim. Kendime güneşin parlaklığında bakmaktan kaçınıyordum. Gölgede tenimin kaya gibi ve buz soğukluğunda olması yeterince kötüydü; Bella ile kendime güneş ışığında yan yana bakmak istemiyordum. Aramızdaki farklılık zaten başa çıkılamazdı kafamda bu görüntü de olmadan yeterince acı vericiydi. Ama yaklaştığımda tenine yansıyan gökkuşağı ışıltılarını görmezden gelemezdim. Bu görüntü üzerine çenem kenetlendi. Daha fazla ucube olabilir miydim? Eğer şimdi gözlerini açarsa düşeceği dehşeti hayal ettim… Geri çekilmeye başladım; ama tekrar mırıldanıp beni orada tuttu. “Mmm… Mmm.” Anlaşılır bir şey değil. Pekala biraz bekleyecektim. Kolumu uzatıp çok yaklaştığımda her ihtimale karşı nefesimi tutarak dikkatle kitabını çaldım. Birkaç yarda uzaktayken tekrar nefes almaya başladım ve güneş ışığı ile açık havanın kokusunu etkileyişini tattım. Isı kokuyu tatlandırmış gibi görünüyordu. Boğazım arzuyla alevler içinde kaldı ateş yine taze ve şiddetliydi çünkü ondan uzun süre uzak kalmıştım. Bir an onu kontrol ettim ve sonra – kendimi burnumdan nefes almaya zorlayarak – kitabını açtım. İlk kitapla başlamıştı… Hızla Austen’ın aşırı derecede kibar yazımında sinirlendirme potansiyeline sahip bir şey arayarak Aşk ve Yaşam’ın üçüncü bölümünde sayfaları çevirdim. Gözlerim istemsizce adımda durakladığında – Edward Ferrars karakterinin ilk tanıtıldığı yer – Bella tekrar konuştu. “Mmm. Edward.” İç çekti. Bu sefer uyandığından korkmadım. Sesi sadece alçak özlem dolu bir mırıltıydı eğer beni şimdi görmüş olsaydı çıkacak korku çığlığı değil. Mutluluk kendime olan nefretimle savaştı. En azından hala beni düşlüyordu. “Edmund. Ahh. Çok… yakın…” Edmund? Ha! Rüyasında beni görmüyordu diye anladım içim kararak. Kendime olan nefretim kuvvet kazandı. Hayali karakterleri düşlüyordu. Çok kendini beğenmiş biriydim. Kitabını yerine koydum ve tekrar gölgelerin örtüsü altına girdim – ait olduğum yere. Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken ve gölgeler ona doğru sürünürken yine çaresiz hissederek onu izledim. Onları geri itmek istedim; ama karanlık kaçınılmazdı; gölgeler onu aldı. Işık gittiğinde yeni çok soluk görünüyordu – hayalet gibi. Saçı tekrar koyu yüzüne karşı neredeyse siyahtı. İzlemek ürkütücüydü – Alice’in görüşlerinin gerçekleştiğine tanık olmak gibiydi. Bella’nın düzenli güçlü kalp atışları tek güvenceydi bir kabustaymış gibi hissetmememi sağlayan tek sesti. Babası eve geldiğinde rahatladım. Eve doğru gelirken ondan çok az duyabildim. Anlaşılmaz bir rahatsızlık… geçmişte işteki gününden bir şey. Açlıkla karışık beklenti – akşam yemeği için sabırsızlandığını tahmin ettim; ama düşünceleri o kadar sessiz ve gizliydi ki doğru olduğundan emin olamadım; sadece özünü algılayabiliyordum. Annesinin zihninin nasıl olduğunu merak ettim – hangi genetik birleşimin onu böyle eşsiz halde getirdiğini. Bella sıçrayarak uyandı babasının arabasının tekerlekleri tuğla yola girdiğinde oturarak. Etrafına bakındı beklenmedik karanlıktan kafası karışmış gibi görünüyordu. Kısa bir an gözleri saklandığım gölgelere dokundu; ama çabucak uzağa baktı. “Charlie?” diye sordu alçak bir sesle hala küçük bahçeyi çevreleyen ağaçlara bakarak. Babasının araba kapısı kapandı ve o sese doğru baktı. Çabucak ayağa kalktı ve ağaçlara bir bakış daha atarak eşyalarını toparladı. Küçük mutfağın yanındaki arka cama yakın bir ağaca geçtim ve akşamlarını dinledim. Charlie’nin örtülü düşüncelerini sözleriyle karşılaştırmak ilginçti. Kızına olan sevgisi ve ilgisi çok kuvvetliydi; ama sözleri her zaman kısa ve sıradandı. Çoğunlukla samimi bir sessizlik içinde oturdular. Bella’nın ertesi akşam Port Angeles’taki planlarını konuştuğunu duydum ve dinlerken kendi tasarılarımı oluşturdum. Jasper Peter ve Charlotte’u Port Angeles’tan uzak kalmaları için uyarmamıştı. Yakın zamanda beslendiklerini ve evimizin yakınında avlanmaya niyetleri olmadığını bilsem de onu izleyecektim ne olur ne olmaz. Sonuçta dışarıda her zaman benim türüm vardı ayrıca şimdiden önce hiç düşünmediğim bütün o insan tehlikeleri de mevcuttu.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:36
Babasını yemeği kendi başına hazırlamak zorunda bırakacağı için endişelerini dile getirdiğini duydum ve teorimin kanıtı üzerine gülümsedim – evet bakıcı oydu. Sonra ayrıldım uyuduğunda geri döneceğimi bilerek. Mahremiyetine bir röntgencinin yapacağı gibi izinsizce dalmayacaktım. Onun korunması için buradaydım Mike Newton’ın eğer ağaç tepelerine benim gibi tırmanma becerisi olsaydı hiç şüphesiz yapacağı gibi onu kötü niyetle izlemeyecektim. Ona böyle kaba davranmayacaktım. Döndüğümde ev boştu ki bu benim için iyiydi. Akıl sağlığımı sorgulayan küçümser ya da karışık düşünceleri özlememiştim. Emmett merdiven direğine bir not sıkıştırmıştı. "Rainier alanında futbol – hadi gel! Lütfen?" Bir kalem buldum ve ricasının altında üzgünüm kelimesini karaladım. Takımlar her halükarda ben olmadan eşitti. En kısa avlanma gezilerinden birine gittim kendimi avcılar kadar güzel tada sahip olmayan daha küçük yaratıklarla besledim ve tekrar Forks’a koşmadan önce kıyafetlerimi değiştirdim. Bella bu gece de iyi uyuyamadı. Örtülerinin içinde döndü yüzü bazen endişeli bazen üzgündü. Hangi kabusun onu rahat bırakmadığını merak ettim… ve sonra muhtemelen gerçekten öğrenmek istemediğimi fark ettim. Konuştuğunda çoğunlukla mutsuz bir sesle Forks ile ilgili aşağılayıcı şeyler mırılandı. Sadece bir kere “Geri gel.” kelimelerini söyleyerek iç çektiğinde ve eli açıldığında – sözsüz bir rica – beni düşlüyor olabileceğini umma şansım oldu. Okulun sonraki günü güneşin beni hapsettiği son gün bir önceki gün gibiydi. Bella dünkünden de hüzünlü görünüyordu ve planlarından vazgeçip geçmeyeceğini merak ettim – iyi bir ruh halinde görünmüyordu. Ama söz konusu Bella olunca muhtemelen arkadaşlarının eğlencesini kendisininkinin önüne koyardı. Bugün koyu mavi bir bluz giymişti ve renk tenini kusursuz bir güzellikte gösteriyor taze krema gibi görünmesini sağlıyordu. Okul bitti ve Jessica kızları almayı kabul etti – Angela da geliyordu ki duruma minnettardım. Arabamı almak için eve gittim. Peter ve Charlotte’u orada bulduğumda kızlara önden başlamaları için bir saat verebileceğime karar verdim. Onları hız sınırında asla takip edemezdim – korkunç bir düşünce. Mutfaktan girdim Emmett ile Esme’nin selamlarına başımı eğip karşılık vererek ön odadaki herkesi geçtim ve direkt olarak piyanoya gittim. Öf geri geldi. Rosalie tabii ki. Ah Edward. Onun böyle acı çektiğini görmekten nefret ediyorum. Esme’nin mutluluğu endişeyle bozulmuştu. Endişelenmeliydi. Benim için öngördüğü bu aşk hikayesi her an daha çok bir trajediye doğru sürükleniyordu. Bu gece Port Angeles’ta iyi eğlenceler diye düşündü Alice neşeyle. Bella’yla konuşma iznim olduğunda bana haber ver. Acınacak durumdasın. Dün geceki oyunu birinin uyuyuşunu seyretmek için kaçırdığına inanamıyorum diye homurdandı Emmett. Jasper bana hiç dikkat etmedi çaldığım şarkı sözleri niyetlendiğimden daha şiddetli çıktığında bile. Tanıdık bir konuya sahip – sabırsızlık – eski bir şarkı sözleriydı. Şimdi beni merakla süzen arkadaşlarına veda ediyordu. Ne kadar garip bir yaratık diye düşündü Alice boyutlarında beyazımsı sarışın saçlı Charlotte. Halbuki son karşılaştığımızda çok normal ve hoştu. Peter’ın düşünceleri genelde olduğu gibi yaklaşık olarak onunkilerle aynıydı. Sorun mutlaka hayvanlar olmalı. İnsan kanı eksikliği onları sonunda delirtiyor diye düşünüyordu. Saçı nerdeyse Charlotte’unki açık renkte ve neredeyse onunki kadar uzundu. Birbirlerine çok benziyorlardı – boyut dışında Peter neredeyse Jasper kadar uzundu – hem görünüş hem de düşünce açısından. İyi eşleşmiş bir çift diye düşünürdüm her zaman. Esme dışında herkes bir süre sonra benim hakkımda düşünmeyi bıraktı ve dikkat çekmemek için daha hafif tonlarda çaldım. Onlara uzun bir süre dikkat etmedim sadece müziğin huzursuzluğumu dağıtmasına izin verdim. Kızın görüşümden ve zihnimden uzak olması zordu. Onlara sadece vedalar bir finale geldiğinde dikkatimi verdim. “Eğer Maria’yı tekrar görürseniz” diyordu Jasper biraz tereddütle “iyi dileklerimi iletin.” Maria hem Jasper’ı hem de Peter’ı yaratan vampirdi – Jasper’ı 19. yüzyılın ikekşi yarısında Peter’ı daha sonra 1940’larda. Calgary’deyken bir kere Jasper için gelmişti. Olaylı bir ziyaret olmuştu – anında taşınmak zorunda kalmıştık. Jasper ondan nazikçe gelecekte mesafeyi korumasını rica etmişti. “Bunun yakın zamanda olacağını sanmıyorum.” dedi Peter gülerek – Maria inkar edilemez şekilde tehlikeliydi ve Peter ile aralarında pek sevgi yoktu. Peter sonuçta Jasper’ın ayrılmasını sağlamıştı. Jasper her zaman Maria’nın gözdesi olmuştu; onu öldürmeyi planladığında az düşünmüştü. “Ama eğer karşılaşırsak kesinlikle iletirim.” Ayrılmaya hazırlanarak el sıkışıyorlardı. Çaldığım şarkı sözleriyı tatmin edici olmayan bir sonla bitirdim ve aceleyle ayağa kalktım. “Charlotte Peter” dedim başımı eğerek. “Seni tekrar görmek güzeldi Edward.” dedi Charlotte şüpheyle. Peter ise karşılık olarak sadece başını eğdi. Deli dedi Emmett arkamdan. Geri zekalı diye düşündü Rosalie aynı anda. Zavallı çocuk. Esme. Ve Alice azarlayıcı bir tonla. Direkt olarak doğuya Seattle’a gidiyorlar. Port Angeles’a yaklaşmayacaklar. Duymamışım gibi davrandım. Bahanelerim zaten yeterince hafifti. Arabama girdiğimde daha rahat hissettim; Rosalie’nin benim için – geçen sene daha iyi bir ruh halindeyken – güçlendirdiği motorun sağlam mırlaması yatıştırıcıydı. Hareket halinde olmak bir ferahlıktı tekerleklerimin altında kayan her mille Bella’ya yaklaştığımı bilmek…
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:37
9. Port Angeles Port Angeles’a vardığımda hava şehirde araba sürmem için çok aydınlıktı; güneş hala tepedeydi ve pencerelerim karanlık olmasına rağmen gereksiz riskler almanın bir manası yoktu. Daha fazla gereksiz risk demeliydim daha doğrusu. Jessica’nın düşüncelerini uzaktan bulabileceğime emindim – onun düşünceleri Angela’nınkilerden daha yüksek sesliydi; ama birekşisini bulduğumda ikekşisini de duyabilirdim. Sonra gölgeler uzadığında yaklaşabilirdim. Şimdilik çok ender kullanılıyor gözüken şehrin hemen dışında bir yola çektim. Arayacağım genel yönü biliyordum – Port Angeles’ta elbise alışverişi için tek bir yer vardı. Jessica’yı üç yönlü bir aynın önünde dönerken bulmam uzun sürmedi Bella’yı arkadaşının giydiği siyah elbiseyi incelerken çevresel görüşünde görebiliyordum. Bella hala sinirli görünüyor. Ha ha. Angela haklıymış – Tyler kendi kendine gelin güvey oluyormuş. Bu kadar öfkeli olmasına inanamıyorum ama. En azından balo için yedek biri olduğunu biliyor. Ya Mike dansta eğlenmezse ve bana tekrar çıkma teklif etmezse? Ya baloya beraber gitmeyi Bella’ya teklif ederse? Eğer ben hiçbir şey söylemeseydim Mike’a dans teklifi eder miydi? Mike onun benden güzel olduğunu düşünüyor mu? O kendinin benden daha güzel olduğunu düşünüyor mu? “Bence mavi olan daha iyi. Gözlerinin rengini ortaya çıkarıyor.” Jessica Bella’ya sahte bir sıcaklıkla gülümserken bir yandan da onu şüpheyle inceliyordu. Gerçekten böyle mi düşünüyor? Yoksa cumartesi günü bir inek gibi görünmemi mi istiyor? Jessica’yı dinlemekten bıkmıştım. Angela için yakınları taradım – ah; ama kıyafet değiştiriyordu ve ona mahremiyet vermek için çabucak zihninden çıktım. Pekala Bella’nın mağazada girebileceği çok fazla bela yoktu. Alışveriş yapmalarına izin verip bitirdiklerinde onları yakalayacaktım. Karanlık basması çok uzun sürmeyecekti – bulutlar batıdan doğru geri dönüyordu. Sık ağaçların arasından sadece gözüme ilişip kayboluyorlardı; ama gün batımına nasıl acele ettiklerini görebiliyordum. Onları memnuniyetle karşıladım gölgeleri için daha önce hiç olmadığı kadar istekliydim. Yarın okulda tekrar Bella’nın yanına oturabilirdim öğle yemeğinde dikkatini tekelime alabilirdim. Biriktirdiğim bütün soruları sorabilirdim… Yani Tyler’ın küstahlığına sinirliydi. Bunu zihninde görmüştüm – balo hakkında söylediklerinde tamamen ciddi olduğunu risk almadığını. O öğleden sonraki ifadesini kafamda canlandırdım – öfkeli inanamamazlık – ve güldüm. Ona bu konuda ne diyeceğini merak ettim. Tepkisini kaçırmak istemezdim. Gölgelerin uzamasını beklerken zaman çok yavaş geçti. Jessica’yı belirli aralıklarla kontrol ettim; iç sesi bulunması en kolay olanıydı; ama orda uzun süre kalmaktan hoşlanmıyordum. Yemek yemeyi planladıkları yeri gördüm. Akşam yemeği vaktine kadar karanlık olacaktı… Belki ben de tesadüfen aynı restoranı seçerdim. Alice’i yemeğe davet etmeyi düşünerek cebimdeki telefona dokundum. Buna bayılırdı; ama Bella’yla konuşmak da isterdi. Bella’nın benim dünyama daha fazla girmesine hazır olduğumdan emin değildim. Bir vampir belası yeterli değil miydi? Tekrar Jessica’yı kontrol ettim. Takısını düşünüyor Angela’ya akıl danışıyordu. “Belki de kolyeyi geri vermeliyim. Evde muhtemelen işe yarayacak bir tane var ve harcamam gerekenden fazla harcadım…” Annem delirecek. Ne düşünüyordum? “Geri dönmenin benim için bir sakıncası yok; ama Bella bizi arar mı sence?” Bu da neydi? Bella onlarla değil miydi? Önce Jessica’nın gözlerinden sonra Angela’nınkilerden etrafa baktım. Mağazalarla dolu bir kaldırımdaydılar diğer yola dönüyorlardı. Bella hiçbir yerde yoktu. Ah Bella kimin umurunda? diye düşündü Jess sabırsızlıkla Angela’nın sorusunu yanıtlamadan önce. “Bir şey olmaz. Geri dönsek bile restorana zamanında yetişebiliriz. Zaten yalnız kalmak istiyor sanırım.” Jessica’nın zihninde Bella’nın gittiğini düşündüğü kitapçının kısa bir görüntüsünü yakaladım. “Acele edelim o zaman.” dedi Angela. Umarım Bella onu ektiğimizi düşünmez. Arabada bana çok iyi davranmıştı… Gerçekten tatlı biri; ama bugün keyifsiz görünüyordu. Acaba Edward Cullen yüzünden mi? Bahse girerim ki ailesiyle ilgili soru sormasının sebebi budur… Daha çok dikkat etmeliydim. Neler kaçırmıştım? Bella kendi başına dolaşıyordu ve daha önce de beni mi sormuştu? Angela şimdi Jessica’ya dikkat ediyordu – Jessica o geri zekalı Mike hakkında konuşuyordu – ve ondan daha fazla bir şey alamadım. Gölgelere baktım. Güneş yeterince kısa sürede bulutların arkasına girecekti. Eğer yolun binaların solan güneş ışığını engelledikleri batı tarafında kalırsam… Şehrin merkezine giden seyrek trafikte ilerlerken huzursuz hissetmeye başladım. Bu daha önce düşündüğüm bir şey değildi – Bella’nın onlardan ayrılması – ve onu nasıl bulacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Bunu düşünmeliydim. Port Angeles’ı iyi biliyordum; arayışımın kısa süreceğini umarak direkt olarak Jessica’nın kafasında gördüğüm kitapçıya gittim; ama kolay olacağından şüpheliydim. Bella işleri ne zaman kolaylaştırmıştı ki? Tabii ki küçük kitapçı dükkanı tezgahın arkasındaki bir kadın dışında bomboştu. Bella’nın ilgileneceği bir yere benzemiyordu – gerçekçi bir insan için çok yeni nesildi. İçeri girmeye zahmet edip etmediğini merak ettim. Park edebileceğim bir gölge vardı… Dükkana karanlık bir yol oluşturuyordu. Gerçekten yapmamalıydım. Güneş ışığının parıldadığı saatlerde dışarıda dolaşmak güvenli değildi. Ya geçen arabalardan biri güneş ışığını yanlış anda yansıtırsa? Ama Bella’yı başka türlü nasıl arayacağımı bilmiyordum!
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:37
Park edip gölgenin en derin tarafından dışarı çıktım. Hızla dükkana girerken havada Bella’nın kokusunun zayıf izini aldım. Buradaydı kaldırımdaydı; ama dükkanın içinde kokusundan eser yoktu. “Hoşgeldiniz! Yardımcı olabilir mi–” diye başladı satıcı kadın; ama çoktan kapıdan çıkmıştım. Bella’nın kokusunu gölgenin izin verdiği kadar takip ettim ve güneş ışığının kıyısında durdum. Bu bana ne kadar güçsüz hissettiriyordu – önümde olan kaldırımdaki karanlık ve aydınlık arasındaki çizgi tarafından engellenmek. Çok sınırlı. Sadece devam edip güneye doğru gittiğini tahmin edebildim. O yönde pek bir şey yoktu. Yolunu mu kaybetmişti? Eh bu ihtimal karakterinden tamamen uzak görünmüyordu. Arabaya bindim ve onu arayarak yavaşça sokaklarda ilerledim. Birkaç ayrı gölgede daha durdum; ama sadece kokusunu bir kere daha yakalayabildim ve yönü kafamı karıştırdı. Nereye gitmeye çalışıyordu? Kitapçı ve restoran arasında Bella’yı yolda görme umuduyla birkaç kere ileri geri gittim. Jessica ve Angela çoktan oradaydı sipariş mi vereceklerine yoksa Bella’yı mı bekleyeceklerine karar vermeye çalışıyorlardı. Jessica hemen sipariş vermek için bastırıyordu. Yabancıların zihinlerini taramaya onların gözlerinden bakmaya başladım. Şüphesiz biri mutlaka onu bir yerde görmüş olmalıydı. Kayıp kaldıkça daha da çok endişelendim. Onu bulmanın ne kadar zor olacağını daha önce hiç düşünmemiştim şimdiki gibi görüşümden ve normal yollarından uzaktayken. Bundan hiç hoşlanmadım. Bulutlar ufuktaydı ve birkaç dakika içinde onu yaya olarak takip etmek için özgür olacaktım. Uzun süremeyecekti o zaman. Şu anda beni bu kadar çaresiz bırakan tek şey güneşti. Sadece birkaç dakika o zaman avantaj tekrar bende olacaktı ve güçsüz olan insan dünyası olacaktı. Başka bir zihin ve başka bir tanesi daha. Çok fazla önemsiz düşünce. … sanırım bebek başka bir kulak enfeksiyonu kaptı… 6-4-0 mıydı yoksa 6-0-4 mü…? Yine geç kaldı. Ona söylemeliyim ki… İşte geliyor! Aha! İşte sonunda en azından yüzü vardı. Sonunda biri onu fark etmişti! Rahatlık sadece saniyenin ufak bir parçası kadar sürdü ve sonra gölgeler içinde onun yüzüne bakan adamın düşüncelerini tam olarak okudum. Zihni tanıdık değildi; ama tamamen yabancı da değildi. Eskiden tam olarak da böyle zihinleri avlamıştım. “HAYIR!” diye kükredim ve hırlamalar boğazımdan çıktı. Ayağım gaz pedalını zemine doğru itti; ama nereye gidiyordum? Düşüncelerinin genel yönünü biliyordum; ama bu yeterince ayrıntılı değildi. Bir şey bir şey olmalıydı – bir sokak işareti bir dükkan vitrini görüşü içinde yerini ele verecek bir şey – ama Bella gölgelerin içindeydi ve adamın gözleri sadece onun korkmuş ifadesine odaklanmıştı – oradaki korkudan zevk alıyordu. Yüz kafasındaki diğer suratların anısıyla bulanıklaştı. Bella onun ilk kurbanı değildi. Hırlamalarımın sesi arabanın çerçevesini salladı; ama bu dikkatimi dağıtmadı. Arkasındaki duvarda hiç pencere yoktu. Endüstriyel bir yerdi alışveriş yerlerinden uzakta bir yer. Arabam doğru olduğunu umduğum yöne giderken köşeyi döndü başka bir arabayı daha yoldan çıkardı. Diğer sürücü kornasını çaldığında ses çoktan oldukça arkamdaydı. Şunun titreyişine bak! Adam umutla kıkırdadı. Korku onu çeken şeydi – keyif aldığı kısım. “Benden uzak dur.” Sesi alçak ve sakindi bir çığlık değildi. “Böyle yapma tatlım.” Başka yönden gelen zorba bir kahkaha üzerine ürkmesini izledi. Sesten rahatsız olmuştu – Kes sesini Jeff! diye düşünmüştü – ama geri çekilmesinden hoşlanmıştı. Bu onu heyecanlandırmıştı. Ricalarını yalvarış şeklini hayal etmeye başlamıştı… Sesli kahkahayı duyana kadar başkaları olduğunu fark etmemiştim. Kullanabileceğim bir şey bulabilmek için çaresiz diğerlerini taradım. Adam ona doğru ilk adımı atıyor ellerini esnetiyordu. Etrafındaki zihinler onunki kadar çöplük değildi. Hepsi hafiften sarhoştu hiçbiri Lonnie diye seslendikleri adamın bunda ne kadar ileri gitmeyi planladığının farkında değildi. Lonnie’yi kör halde takip ediyorlardı. Onlara biraz eğlence vaat etmişti… Biri gerginlikle sokağa baktı – kızı taciz ederken yakalanmak istemiyordu – ve bana ihtiyacım olan şeyi verdi. Baktığı sokağı tanıdım. Kırmızı ışıkta fırladım hareket halindeki trafikte iki araba arasındaki ancak yeten genişliğe sahip boşluktan sıyrıldım. Arkamda kornalar çalındı. Telefonum cebimde titredi. Duymazdan geldim. Lonnie yavaşça kıza doğru ilerledi. Çığlık atmasını bekledi ve bunun tadını çıkarmaya hazırlandı. Ama Bella çenesini kenetledi ve kendini destekledi. Şaşırmıştı – kaçmayı deneyeceğini düşünmüştü. Şaşarmış ve hafifçe hayal kırıklığına uğramıştı. Kurbanını kovalamayı avın adrenalinini severdi. Bu cesur. Belki daha iyi sanırım… daha çok savaş. Bir blok ötedeydim. Canavar motorun kükremesini duyabilirdi; ama hiç dikkat etmedi kurbanına yoğunlaşmıştı. Kendisi kurban olduğunda avdan nasıl keyif aldığını görecektim. Benim av stilim hakkında ne düşüneceğini görecektim. Kafamın içinde başka bir bölgede çoktan daha önce şahit olduğum işkence yöntemlerini tarıyordum içlerinde en acı verici olanını arıyordum. Bunun için acı çekecekti. Istırap içinde kıvranacaktı. Diğerleri kendi kısımları için sadece öleceklerdi; ama bu Lonnie isimli canavar ben ona o hediyeyi vermeden çok uzun süre önce ölmek için yalvaracaktı. Yoldaydı ona doğru geliyordu. Köşeyi keskin şekilde döndüm farlarım üzerlerini aydınlattı ve kalanını oldukları yerde dondurdu. Yoldan sıçrayan lideri ezebilirdim; ama bu onun için çok kolay bir ölüm olurdu. Arabanın dönmesine izin verdim geldiğim yöne doğru sürdüm bu sayede Bella’ya en yakın kapı yolcu kapısı olmuştu. Sertçe açtım o sırada zaten arabaya doğru koşuyordu. “Bin.” dedim sinirle. Ne!? Bunun kötü bir fikir olduğunu biliyordum. Kız yalnız değil. Kaçmalı mıyım? Sanırım kusacağım… Bella kapıdan içeri tereddüt etmeden zıpladı ve arkasından kapıyı çekti. Sonra bana bir insanın yüzünde gördüğüm en güven dolu yüz ifadesiyle baktı ve bütün kötü planlarım yıkıldı. Onu arabada bırakıp sokaktaki dört adamla ilgilenemeyeceğimi anlamam bir saniyeden çok çok daha kısa sürdü. Ona ne diyecektim ‘izleme’ mi? Ha! Benim istediğim bir şeyi ne zaman yapmıştı ki? Ne zaman güvenli olanı yapmıştı? Onları Bella’nın görüşünden uzaklaştırıp onu burada yalnız mı bırakırdım? Bu gece Port Angeles sokaklarında başka bir tehlikeli insanın dolaşıyor olması küçük bir ihtimaldi; ama bir ilk olma riski de vardı. Tıpkı bir mıknatıs gibi tehlikeli her şeyi kendine çekiyordu. Onu gözümün önünden ayıramazdım. Hızlanıp onu saldırganlarının kavrayamamış ifadelerle arkamızdan bakakalmasını sağlayacak çabuklukta götürürken bu ona aynı hareketin bir parçası gibi göründü. Bir anlık tereddüdümü anlamadı. Planın baştan beri kaçmak olacağını tahmin ederdi. O adama arabayla bile vuramazdım. Bu Bella’yı korkuturdu. Onun ölümünü o kadar vahşice istiyordum ki bu istek kulaklarımda çınladı görüşümü bulutlandırdı ve dilimde tadını hissettirdi. Kaslarım aceleyle istekle ve bunun gerekliliğiyle sarıldı. Onu öldürmek zorundaydım. Onu yavaşça yüzecektim parça parça kasların üzerinden deriyi kemiklerin üzerinden kasları… Kızın – dünyadaki tek kızın – koltuğuna iki eliyle sarılmış gözleri hala büyük ve tamamen güven dolu olarak bana baktığını saymazsak… İntikam beklemek zorunda kalacaktı. “Kemerini bağla.” diye emrettim. Sesim hala nefret ve kana susamışlıkla sertti. Alışıldık kana susamışlık değil. O adamın herhangi bir parçasını içime alarak kendimi kirletmeyecektim. Kemeri yerine taktı ve çıkarttığı sesten hafifçe zıpladı. Bu alçak ses onu zıplatmıştı; ama hala ben bütün trafik işaretlerini görmezden gelerek hızla şehre doğru sürerken korkmuyordu. Gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Garip bir şekilde rahatlamış gözüküyordu. Daha yeni yaşadıklarından sonra buna bir anlam veremiyordum. ıÜüİyi misin?” diye sordu sesi korku ve stres yüzünden pürüzlü çıkmıştı. O benim mi iyi olup olmadığımı bilmek istiyordu? Sorusunu saniyenin bir kısmında düşündüm. Onun tereddüdü duymasına yeterli olmayacak bir sürede. İyi miydim? “Hayır.” dedim ses tonum hiddetle dolup taşarak. Onu bu öğleden sonrayı geçirdiğim kullanılmayan yola götürdüm. Şimdi ağaçların altında simsiyahtı. O kadar öfkeliydim ki vücudum yerinde donakaldı. Parmaklarım onun saldırganına çarpıp vücudunu tanınmayacak hale getirecek derecede ezme isteğiyle yanıp tutuşuyordu…
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:38
Ama bu onu burada karanlık gece korunmasız bırakmama yol açardı. “Bella?” dedim dişlerimin arasından. “Evet?” diye cevapladı boğuk bir sesle. Boğazını temizledi. “Sen iyi misin?” Bu gerçekten en önemli şeydi ilk öncelik. İntikam ikekşiydi. Bunu biliyordum; ama vücudum öfkeyle öyle doluydu ki düşünmek zordu. “Evet.” Sesi hala boğuktu – şüphesiz korkuyla. Ve o yüzden onu bırakamazdım. Çileden çıkarıcı bir sebepten – evrenin benimle oynadığı bir şaka – daima risk altında olmasa da yokluğumda tamamen güvende olacağından emin olsam da onu karanlıkta tek başına bırakamazdım. Çok korkmuş olmalıydı. Yine de onu rahatlatacak durumda değildim – eğer bunun nasıl yapılacağını kesin olarak bilseydim bile ki bilmiyordum. Şüphesiz benden yayılan vahşiliği hissedebiliyordu şüphesiz bu çok açıktı. Eğer içimde kaynayan kan dökme isteğini durduramazsam onu daha da çok korkutacaktım. Başka bir şey düşünmem gerekliydi. “Dikkatimi dağıt lütfen.” diye rica ettim. “Affedersin ne?” Neye ihtiyacım olduğunu açıklayabilecek kontrolü kendimde zor bulabildim. “Sadece ben sakinleşene kadar önemsiz bir şeylerden bahset.” dedim çenem hala kilitliyken. Beni arabanın içinde tutan tek şey bana ihtiyacı olmasıydı. Adamın düşüncelerini duyabiliyordum hayal kırıklığını ve öfkesini… Onu nerede bulacağımı biliyordum… Görmemeyi dileyerek gözlerimi kapattım. “Iı…” tereddüt etti – isteğimden bir anlam çıkarmak için olduğunu düşündüm. “Yarın okuldan sonra Tyler Crowley’i ezeceğim?” Bunu sanki bir soru gibi söylemişti. Evet – ihtiyacım olan şey buydu. Tabii ki Bella beklenmedik bir şeyle gelecekti. Önceden olduğu gibi onun dudaklarından gelen şiddet tehdidi eğlenceliydi – çok komik bir şekilde zıttı. Öldürme isteğiyle yanıp tutuşmuyor olsaydım gülerdim. “Niye?” dedim onu tekrar konuşmaya zorlayarak. “Herkese beni baloya götüreceğini söylüyor.” dedi sesi kaplan-kedi yavrusu öfkesiyle doluydu. “Ya deli ya da hala beni az daha öldürdüğü kazayı telafi etmeye çalışıyor… hatırlıyorsundur.” diye ekledi soğukça “ve nasılsa balonun bunu yapmanın doğru bir yolu olduğunu düşünüyor. O yüzden eğer ben de onun hayatını tehlikeye atarsam ödeşiriz ve benden özür dilemeye devam edemez. Düşmana ihtiyacım yok ve belki Lauren o beni rahat bırakırsa geri çekilir. Sentra’sını da parçalayabilirim gerçi” diye devam etti şimdi düşünceliydi. “Eğer bir arabası olmazsa kimseyi baloya götüremez…” Bazen olayları yanlış anladığını görmek cesaretlendiriciydi. Tyler’ın ısrarının kazayla bir ilgisi yoktu. Lisedeki oğlanları etkileyen cazibesinin farkındaymış gibi gözükmüyordu. Bana olan çekiciliğini de görmüyor muydu? Ah bu işe yarıyordu. Zihninin şaşırtıcı gidişatı her zaman ilginçti. İntikam ve işkencenin arkasında bir şeyler görmeye kendimi kontrol etmeye başlamıştım. “Bunu duydum.” dedim ona. Konuşmayı kesmişti ve devam etmesine ihtiyacım vardı. “Duydun mu?” dedi inanamayarak sonrasında sesi öncekinden daha öfkeliydi. “Eğer boyundan aşağı felç olursa da baloya gidemez.” Keşke deli gözükmeden ondan bu tehditlerine devam etmeyi istemenin bir yolu olsaydı. Beni sakinleştirmek için daha iyi bir şey yapamazdı. Ve sözleri – ona göre sadece alay ve abartı – o anda şiddetle ihtiyacım olan bir hatırlatmaydı. İç çektim ve gözlerimi açtım. “Daha iyi misin?” diye sordu anında. “Pek değil.” Hayır daha sakindim; ama daha iyi değildim çünkü demin Lonnie denen canavarı öldüremeyeceğimi anlamıştım ve bunu neredeyse dünyadaki her şeyden daha çok istiyordum. Neredeyse. Son derece haklı çıkarılabilir bir cinayet işlemekten daha çok istediğim tek şey bu kızdı ve ona sahip olamayacağım halde bunun sadece hayali bile bu gece katliam yapmamı imkansız kılıyordu – böyle bir şeyin ne kadar savunulabilir olduğu önemli değildi. Bella bir katilden daha iyisini hak ediyordu. Katilden başka bir şey olmak için yetmiş yıl harcamıştım. O kadar yıllık çaba beni yanımda oturan kıza layık yapamazdı. Ve yine de eğer o hayata – bir katilin hayatına – bir geceliğine bile geri dönersem ona ulaşma şansımı tamamen kaybederdim. Kanlarını içmesem bile – gözlerimde kırmızı parlayan o kanıt olmasa bile – farkı hissetmeyecek miydi? Onun için yeterince iyi olmaya çalışıyordum. Bu imkansız bir hedefti. Denemeye devam edecektim. “Sorun ne?” diye fısıldadı. Nefesi burnumu doldurdu ve bana niye onu hak edemeyeceğimi hatırlattı. Bütün bunlardan sonra onu ne kadar sevsem de… hala ağzımı sulandırıyordu. Olabileceğim kadar dürüst olacaktım. Bunu ona borçluydum. “Bazen öfkemle ilgili problem yaşıyorum Bella.” Sesimdeki doğal olan dehşeti hem duymamasını hem de duymasını dileyerek karanlık geceyi izledim. Daha çok duymamasını dileyerek. Kaç Bella kaç. Kal Bella kal. “Geri dönüp onları avlamak benim için hiç de iyi…” Sadece düşüncesi bile neredeyse beni arabadan dışarı çıkarıyordu. Derin bir nefes alıp kokusunun boğazımı kavurmasına izin verdim. “En azından kendimi buna ikna etmeye çalışıyorum.” “Ah.” Başka hiçbir şey söylemedi. Sözlerimde ne kadarını duymuştu? Gizlice ona baktım; ama yüzü okunamıyordu. Muhtemelen şok yüzünden bomboştu. Eh çığlık atmıyordu. Daha değil. Bir süre sessizlik oldu. Olmam gereken kişi olmak için kendimle savaştım. Olamadığım kişi olmak için. “Jessica ve Angela endişelenecekler.” dedi sessizce. Sesi çok sakindi ve bunun nasıl olabileceğinden emin değildim. Şokta mıydı? Belki bu gece olanlar daha kafasına dank etmemişti. “Onlarla buluşacaktım.” Benden uzaklaşmak mı istiyordu? Yoksa sadece arkadaşlarının endişelenmesinden mi endişeleniyordu? Cevap vermedim; ama arabayı çalıştırdım ve onu geri götürdüm. Kente yaklaştıkça amacımı gerçekleştirmem zorlaşıyordu. O adama o kadar yakındım ki… Eğer imkansız olsaydı – eğer bu kızı asla hak edemeyecek olsaydım – o zaman adamı cezasız bırakmanın anlamı neydi? Şüphesiz kendime o kadarı için izin verirdim… Hayır. Vazgeçmeyecektim. Daha değil. Onu pes edemeyecek kadar çok istiyordum. Düşüncelerime anlam vermeye başlamadan önce arkadaşlarıyla beraber buluşacağı restorandaydık. Jessica ve Angela yemeği bitirmişlerdi ve ikisi de Bella için gerçekten endişelilerdi. Karanlık sokağa doğru onu aramak için yola çıkmışlardı. Bu onların dolaşması için iyi bir ge– “Nasıl bildin nereye…?” Bella’nın yarım kalan sorusu beni böldü ve başka bir pot kırdığımı anladım. Arkadaşlarıyla nerede buluşacağını sormak için dikkatim çok dağınıktı. Ama soruyu bitirip baskı yapmak yerine Bella sadece başını salladı ve yarım gülümsedi. Bu ne demekti? Garip kabullenişine kafa patlatmak için vaktim yoktu. Kapıyı açtım. “Ne yapıyorsun?” diye sordu afallayarak. Gözümün önünden ayrılmana izin vermiyorum. Kendime yalnız kalmak için izin vermiyorum. “Seni yemeğe götürüyorum.” Eh bu ilginç olmalıydı. Alice’i alıp tesadüf eseri Bella ve arkadaşlarının gittiği restoranı seçerek yemeğe götürmeyi hayal ettiğim başka bir geceye benziyordu. Ve şimdi pratikte kızla bir randevudaydık. Sadece bu sayılmazdı çünkü ona hayır deme şansı vermiyordum. Ben arabanın önünden dolanana kadar benim gelip açmamı beklemek yerine çoktan kapıyı yarım açmıştı – şüphe çekmeyecek hızda hareket etmek genelde bu kadar sinir bozucu değildi. Bunun sebebi kendine bir hanımefendi gibi davranılmasına alışık olmaması mı yoksa beni bir centilmen olarak düşünmemesi miydi? Kız arkadaşları karanlık köşeye ilerledikçe gittikçe daha da çok gerilerek bana katılmasını bekledim. “Git ve Jessica ile Angela’yı ben onları da takip etmek zorunda kalmadan durdur.” diye emrettim çabucak. “Eğer diğer arkadaşlarınla tekrar karşılaşırsam kendimi durdurabileceğimden emin değilim.” Hayır. Bunun için yeterince güçlü olmazdım. Titredi ve sonra kendini hızlıca toparladı. Yarım adım ilerleyip yüksek sesle “Jess! Angela!” diye seslendi. Döndüler ve Bella dikkatlerini çekmek için kolunu salladı. Bella! Ah güvende! diye düşündü Angela rahatlayarak. Çok geç? diye homurdandı Jessica kendi kendine; ama o da Bella kaybolmadığı ya da ekşinmediği için şükran doluydu. Bu onu eskisinden biraz daha çok sevmemi sağladı. Aceleyle geri döndüler ve beni onun yanında görünce şok olup durdular I-ıh! diye düşündü Jess afallayarak. Kesinlikle olamaz! Edward Cullen? Onu bulmak için mi tek başına gitti? Ama niye onların kasaba dışında olmsıyla ilgili bana soru sorsun ki eğer o buradaysa… Bella’nın Angela’ya benim ailemin okula sık sık gitmediğini sorarkenki mahcup ifadesinden kısa bir görüntü yakaladım. Hayır biliyor olamazdı. diye karar verdi Angela. Jessica’nın düşünceleri şaşkınlıktan şüpheye doğru yönelmişti. “Neredeydin?” diye sordu Bella’ya bakarak; ama bana da gözünün kenarından kaçamak bakışlar atarak. “Kayboldum ve sonra Edward’la karşılaştım.” dedi Bella eliyle beni göstererek. Ses tonu dikkat çekecek derecede normaldi sanki bu gece gerçekten hiçbir şey olmamış gibi. Kesinlikle şokta olmalıydı. Sakinliğinin tek açıklaması buydu. “Size katılmamda bir sakınca var mı?” diye sordum – nezaketten; çoktan yediklerini biliyordum. Kahretsin; ama çok seksi! diye düşündü Jessica aklı birdenbire tutarsızlaşarak. Angela da daha sakin değildi. Keşke yemeseydik. Vay. Sadece. Vay. Bunu niye Bella’ya yapamıyordum? “Ee… tabi” diyerek kabul etti Jessica. Angela kaşlarını kaçttı. “Iı aslında Bella biz beklerken yedik.” diye itiraf etti. “Kusura bakma.” Jessica içinden şikayet etti. Ne? Kes sesini! Bella onları rahatlatmak için normal bir şekilde omuzlarını silkti. Kesinlikle şoktaydı.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:39
“Sorun değil – aç değilim.” Katılmadım. “Bence bir şeyler yemelisin.” Kan dolaşımına şeker girmesi gerekliydi – gerçi zaten varmış gibi yeterince tatlı kokuyordu diye düşündüm alayla. Dehşet ona her an çarpabilirdi ve boş bir mide yardımcı olmazdı. Tecrübemden bildiğim üzere kolaylıkla bayılabiliyordu. Bu kızlar eğer direkt eve giderlerse tehlike içinde olmayacaklardı. Tehlike onları her adımlarında takip etmiyordu. Ve Bella’yla yalnız kalmayı tercih ederdim – o benimle yalnız kalmak istediği sürece. “Bella’yı bu gece eve benim bırakmamın bir sakıncası var mı?” dedim Jessica’ya Bella cevap veremeden. “Böylece o yerken beklemek zorunda kalmazsınız.” “Ah sorun olmaz. Sanırım …” Jessica Bella’ya dikkatle bakarak bunun istediği şey olduğuna dair bir işaret aradı. Kalmak istiyorum… ama muhtemelen onu kendine istiyor. Kim istemez ki? diye düşündü Jess. O sırada Bella’nın göz kırpmasını izledi. Bella göz mü kırpmıştı? “Tamam.” dedi Angela çabucak Bella’nın istediği buysa yoldan çekilmek için acele ederek ve bunu istiyormuş gibi gözüküyordu. “Yarın görüşürüz Bella… Edward.” Adımı sıradan bir tonla söylemek için çabaladı. Sonra Jessica’nın elini tuttu ve onu çekmeye başladı. Bunun için Angela’ya teşekkür etmenin bir yolunu bulmam gerekecekti. Jessica’nın arabası bir sokak lambasının ışığının oluşturduğu parlak bir daireye yakındı. Bella kaşlarının arasında bir endişe kıvrımıyla onları arabaya girene kadar izledi. O zaman içinde bulunmuş olduğu tehlikenin tamamen farkında olmalıydı. Jessica uzaklaşırken el salladı ve Bella da ona geri el salladı. Derin bir nefes alıp bana döndüğünde araba daha gözden kaybolmamıştı. “Açıkçası gerçekten aç değilim.” dedi. Konuşmadan önce neden onların gitmesini beklemişti? Hakikaten benimle yalnız kalmak istiyor muydu – şimdi öldürücü öfkeme şahit olduktan sonra bile mi? Durum ne olursa olsun bir şeyler yiyecekti. “Dalga geçiyorsun.” dedim. Restoran kapısını onun için açtım ve bekledim. İç çekip içeri girdi. Karşılayıcı görevlinin beklediği platforma doğru onun yanında yürüdüm. Bella hala tamamen soğukkanlı gözüküyordu. Ateşini ölçmek için eline alnına dokunmak istedim; ama soğuk elim onu iğrendirirdi daha önce olduğu gibi.
ıÜüAman Tanrım karşılayıcının yüksek iç sesi bilekşime daldı. Tanrım Aman Tanrım. Bu gece benim baş döndürme gecem gibi gözüküyordu ya da sadece Bella’nın beni böyle görmesini çok istediğim için şimdi daha çok fark ediyordum. Her zaman kurbanımıza göre çekiciydik. Bunun hakkında daha önce hiç bu kadar düşünmemiştim. Genellikle korku baştaki çekimin yerini çabucak alırdı… “İki kişilik bir masa?” diye sordum karşılayıcı konuşmadığında. “Ah ıı evet. La Bella İtalia’ya hoşgeldiniz.” Mmm! Nasıl bir ses ama! “Lütfen beni takip edin.” Düşünceleri meşguldü hesap yapıyordu. Belki kız onun kuzenidir. Kardeşi olamaz benzemiyorlar; ama aile kesinlikle. Onunla beraber olamaz. İnsan gözleri bulutluydu; hiçbir şeyi net göremiyorlardı. Bu dar görüşlü kadın nasıl benim fiziğimi – kurban için bir tuzağı – çekici bulabiliyordu da yanımdaki kızın yumuşak mükemmelliğini göremiyordu? Eh ona yardım etmeye gerek yok ne olur ne olmaz diye düşündü bizi restoranın en kalabalık yerindeki aile boyu masaya yönlendirirken. Kız buradayken ona numaramı verebilir miyim…? Arka cebimden bir banknot çıkardım. İnsanlar işin içine para girdiğinde her zaman işbirliğine hazırdı. Bella karşı çıkmadan garsonun gösterdiği yere oturuyordu. Ona doğru kafamı salladım ve başını kaldırarak merakla bekledi. Evet bu gece çok meraklı olacaktı. Kalabalık bu konuşma için ideal bir yer değildi. “Belki daha özel bir yer?” diye istekte bulundum parayı vererek. Gözleri şaşkınlıkla açıldı ve sonra parmakları bahşişin üzerinde kıvrılırken kısıldı. “Tabii.” Bizi bir bölme duvarının etrafından götürürken paraya göz attı. Daha iyi bir masa için elli dolar? Aynı zamanda zengin. Bu mantıklı – bahse girerim ki ceketi son maaşımdan daha fazla para ediyordur. Lanet olsun. Niye onunla mahremiyet istiyor? Bize restoranın sessiz bir köşesinde bizi kimsenin göremeyeceği – ona ne söylersem Bella’nın bunlara tepkilerinin görülmeyeceği – bir bölme önerdi. Ne kadar tahmin etmişti? Bu gece olanlarla ilgili kendine hangi açıklamayı yapmıştı? “Burası nasıl?” diye sordu garson. “Muhteşem.” dedim ve Bella’ya olan kızgın davranışlarından rahatsız olarak dişlerimi gösterip ona genişçe gülümsedim. Vay. “Iı… servisiniz hemen gelecek.” Gerçek olamaz. Mutlaka uyumuş olmalıyım. Belki kız kaybolur… belki tabağına ketçapla numaramı yazarım. Garip. Hala korkmamıştı. Birdenbire Emmett’in haftalar önce kafeteryada benimle alay edişini hatırladım. Bahse girerim ben onu bundan daha iyi korkutabilirdim. Bu yeteneğimi kayıp mı ediyordum? “Gerçekten insanlara bunu yapmamalısın.” diye böldü Bella düşüncelerimi onaylamaz bir tonla. “Hiç adil değil.” Eleştirici ifadesine bakakaldım. Neyi kastetmişti? Çabalarıma rağmen garsonu korkutamamaıştım. “Neyi?” “Onları böyle büyülememelisin – kız muhtemelen şimdi mutfakta soluk soluğa kalmıştır.” Hmm. Bella neredeyse haklıydı. Garson şu anda yarı-tutarlı bir şekilde arkadaşına benim hakkımdaki yanlış değerlendirmesini anlatıyordu. “Ah hadi ama” diye azarladı Bella ben hemen cevap vermeyince. “İnsanlar üzerindeki etkini biliyor olmalısın.” “Ben insanları büyülüyor muyum?” Bu durumu ifade etmek için ilginç bir yoldu. Bu gece için yeterince doğruydu. Değişikliğin sebebinin ne olduğunu merak ediyordum… “Fark etmedin mi?” diye sordu hala eleştirerek. “Sence herkes işlerini bu kadar kolay halledebiliyor mu?” Düşünmeden merakımı seslendirdim. “Seni büyülüyor muyum?” ve sonra kelimeler çıkmıştı ve onları geri çağırmak için artık çok geçti. Ama ben bu sözleri sesli söylemekten derin bir pişmanlık duymadan önce cevapladı “Sık sık.” Ardından yanakları açık pembe bir renk aldı. Onu büyülüyordum. Sessiz kalbim daha önce hissetmediğim kadar şiddetli bir umutla kabardı. “Merhaba.” dedi biri garson kendini tanıtarak. Düşünceleri bizi karşılayandan daha sesli ve açıktı; ama dinlemedim. Onun yerine Bella’nın yüzüne baktım. Kanın teninin altında yayılmasını boğazımı nasıl yaktığını değil yüzünü nasıl aydınlattığını teninin güzelliğini nasıl belirginleştirdiğini fark ederek izledim. Garson benden bir şey bekliyordu. Ah içecek siparişimizi sormuştu. Bella’ya bakmaya devam ettim ve garson da gönülsüzce ona bakmak için döndü. “Ben bir kola alayım?” dedi Bella sanki onay beklermiş gibi. “İki kola.” dedim. Susuzluk – normal insan susuzluğu – şokun belirtilerinden biriydi. Sistemine soda ile ekstra şeker aldığından emin olacaktım. Sağlıklı görünüyordu gerçi. Sağlıklıdan daha fazlası. Mutlu görünüyordu. “Ne?” diye sordu – niye baktığımı merak ettiği için sanırım. Garsonun gittiğinin belli belirsiz farkındaydım. “Nasıl hissediyorsun?” Soruma şaşırarak gözlerini kırpıştırdı. “İyiyim.” “Başın dönmüyor miden bulanmıyor soğuk hissetmiyor musun?” Şimdi kafası daha da karışmıştı. “Öyle mi hissetmeliyim?” “Eh aslında şoka girmeni bekliyorum.” Yarım gülümseyerek itirazını bekledim. Kendisiyle ilgilenilmesini istemezdi. Cevap vermedi bir dakika aldı. Gözleri hafifçe odağını kaybetmişti. Ona gülümsediğimde bazen böyle bakıyordu. O… büyülenmiş miydi? Buna inanmaya bayılırdım. “Böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Hoş olmayan şeyleri bastırmakta her zaman iyi olmuşumdur.” diye cevapladı biraz nefessiz kalarak. Kötü şeylerle çok fazla mı pratiği vardı yani? Hayatı her zaman böyle tehlikeli miydi? “Aynı şekilde.” dedim ona. “Vücuduna biraz şeker ve yemek girdiğinde kendimi daha iyi hissedeceğim.” Garson iki kola ve bir sepet ekmekle döndü. Onları önüme koydu ve bu sırada gözlerimi yakalamaya çalışarak siparişimi sordu. Bella’yla ilgilenmesi gerektiğini belirttim ve onu dinlememeye devam ettim. Basit bir zihni vardı. “Iı…” Bella menüye hızlıca bir bakış attı. “Mantar Ravioli alacağım.” Garson istekle bana döndü. “Ve siz?” “Ben bir şey almayacağım.” Bella hafifçe suratını buruşturdu. Hmm. Hiçbir zaman yemek yemediğimi mutlaka fark etmiş olmalıydı. Her şeyi fark etmişti ve ben onun etrafında dikkatli olmayı her zaman unutuyordum. Tekrar yalnız kalana kadar bekledim. “İç.” diye ısrar ettim. Karşı çıkmadan uyduğunda şaşırdım. Bardak tamamen boşalana kadar içti ben de kaşlarımı çatarak ikekşi kolayı ona doğru ittim. Susuzluk mu şok mu? Biraz daha içti ve titredi. “Üşüdün mü?” “Hayır koladan sadece.” dedi; ama dişleri çatırdayacakmış gibi tekrar titredi. Giydiği güzel bluz tenini yeteri kadar koruyabilmek için çok inceydi; neredeyse birekşisi kadar narin bir ikekşi deri gibiydi. Çok kırılgan çok faniydi. “Montun yok mu?” “Evet.” Etrafına şaşırarak baktı. “Ah – Jessica’nın arabasında unuttum.” Jestin vücut ısım tarafından bozulmamış olmasını dileyerek ceketimi çıkardım. Ona sıcak bir ceket sunabilmek güzel olurdu. Yanakları yine kızararak bana baktı. Şimdi ne düşünüyordu? Masanın karşısından ona ceketi uzattım. Hemen giydi ve sonra tekrar titredi. Evet sıcak olmak güzel olurdu. “Teşekkürler.” dedi. Derin bir nefes aldı ve sonra ellerini çıkarmak için ceketin ona çok uzun gelen kollarını kıvırdı. Başka bir derin nefes aldı. Akşam olanlar sonunda yerleşiyor muydu? Rengi hala iyiydi; bluzunun koyu mavisine karşı teni krema gibi ve gül rengiydi. “Bu mavi renk teninle çok güzel gözüküyor.” diye iltifat ettim ona sadece dürüst davranarak. Etkiyi artırarak kızardı. İyi gözüküyordu; ama risk almanın bir manası yoktu. Ekmek sepetini ona doğru ittim. “Gerçekten.” diye karşı çıktı. “Şoka girmeyeceğim.” “Girmelisin – normal bir insan girmeli. Sarsılmış bile gözükmüyorsun.” Onaylamaz bir ifadeyle niye normal olamadığını sonra da bunu gerçekten isteyip istemediğimi merak ederek ona baktım. “Seninleyken kendimi güvende hissediyorum.” dedi gözleri yine güvenle dolu olarak. Hak etmediğim güvenle. İçgüdüleri tamamen yanlıştı. Problem mutlaka bu olmalıydı. Tehlikeyi bir insanın algılayabilmesi gerektiği gibi tanımıyordu. Tepkileri tamamen tersti. Kaçmak yerine duruyor onu korkutması gereken şeye çekiliyordu… İkimiz de bunu istemiyorken onu kendimden nasıl koruyacaktım? “Bu planladığımdan daha da karışık.” diye mırıldandım. Sözlerimi kafasında döndürdüğünü görebiliyordum ve onladan ne anlam çıkardığını merak ediyordum. Bir dilim ekmek aldı ve ne yaptığının farkındaymış gibi gözükmeden yemeye başladı. Bir süre çiğnedi ve sonra kafasını düşünceyle yana doğru eğdi. “Gözlerin açık renkli olduğunda genelde daha iyi bir ruh halinde oluyorsun.” dedi sıradan bir sesle. Gerçeğe bu kadar yaklaşmış gözlemi beni sersemletti. “Ne?” “Gözlerin siyahken her zaman daha aksisin. Bunun hakkında bir teorim var.” diye ekledi umursamaz bir havayla. Yani kendi açıklaması vardı. Tabii ki vardı. Gerçeğe ne kadar yaklaştığını düşünürken derin bir korku hissettim. “Başka teoriler?” “Mm-hm.” Tamam kayıtsızca yeni bir ısırık alıp çiğnedi. Sanki bir canavarın özelliklerini canavarın kendisiyle tartışmıyormuş gibi. “Umarım bu sefer daha yaratıcısındır…” diye yalan söyledim devam etmeyince. Gerçekten umduğum şey yanılmış olmasıydı – gerçeğin çok uzağında olması. “Yoksa fikirlerini hala çizgi romanlardan mı çalıyorsun?” “Eh hayır bunu bir çizgi romandan almadım.” dedi biraz utanarak. “Ama kendi başına da ortaya çıkmadı.” “Ve?” diye sordum dişlerimin arasından. Şüphesiz çığlık atmak üzere olsaydı bu kadar sakin konuşmazdı. Dudağını ısırıp tereddüt ederken garson Bella’nın yemeğiyle tekrar geldi. Bella’nın önüne tabağı koyup bana bir şey isteyip istemediğimi sorduğunda dikkatimi pek vermedim. Reddettim; ama daha fazla kola istedim. Boş bardakları fark etmemişti. Onları aldı ve gitti.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:39
“Ne diyordun?” dedim endişeyle yine yalnız kaldığımız anda. “Arabada söylerim.” dedi alçak sesle. Ah bu kötü olacaktı. Başkalarının etrafında tahminlerini söylemek istemiyordu. “Eğer…” diye ekledi aniden. “Şartların mı var?” O kadar gerilmiştim ki kelimeleri neredeyse homurdanmıştım. “Birkaç sorum olacak tabii ki.” “Tabii ki.” dedim sesim sertti. Soruları muhtemelen düşüncelerinin nereye yönlendiğini anlamama yeterli olacaktı; ama onlara nasıl cevap verecektim? Sorumlu yalanlarla? Yoksa gerçekle onu kaçıracak mıydım? Yoksa karar veremeyip hiçbir şey söyleyemeyecek miydim? Garson sodaları yenilerken sessizlik içinde oturduk. “Peki sor.” dedim kız gittiğinde çenem kilitli bir şekilde. “Niye Port Angeles’tasın?” Bu çok kolay bir soruydu – onun için. Benim cevabım eğer dürüst olursa çok fazla şey açığa çıkaracakken onun sorusu hiçbir şey ele vermiyordu. “Sonraki.” dedim. “Ama bu en kolay olanıydı!” “Sonraki.” dedim tekrar. Olumsuz cevabımdan rahatsız olmuştu. Gözlerini benden ayırıp yemeğine baktı. Yavaşça düşünceli halde bir ısırık aldı ve ihtiyatla çiğnedi. Biraz kola içti ve sonunda bana baktı. Gözleri şüpheyle kısılmıştı. “Tamam o zaman” dedi. “Diyelim ki varsayım olarak tabii biri… insanların ne düşündüğünü bilebiliyor bilirsin zihin okuyabiliyor – birkaç istisna dışında.” Daha kötü olabilirdi. Bu arabadaki yarım gülümsemeyi açıklıyordu. Hızlıydı – bunu daha önce kimse tahmin edememişti. Carlisle dışında ve o zaman başta çok açıktı. Ben düşüncelerine sanki bana söylemiş gibi cevap verdiğimde benden önce anlamıştı… Bu soru çok kötü değildi. Benimle ilgili bir sorun olduğunu bildiği gayet netken olabileceği kadar ciddi değildi. Sonuçta zihin-okuma yeteneği vampir özellikleri içinde değildi. “Sadece bir.” diye düzelttim. “Varsayım olarak.” Bir gülümsemeyle savaştı – kararsız dürüstlüğüm onu memnun etmişti. “Peki bir istisnayla o zaman. Bu nasıl çalışıyor? Limitler neler? Nasıl… o kişi… başka birini tam zamanında bulabiliyor? Onun başının belada olduğunu nasıl bilebiliyor?” “Varsayarsak?” “Tabii.” Dudakları kıvrıldı berrak kahverengi gözleri istekliydi. “Evet” tereddüt ettim. “Eğer… o kişi…” “Ona ‘Joe’ diyelim.” diye önerdi. İsteğine gülümsemek zorunda kaldım. Hakikaten gerçeğin iyi bir şey olacağını mı düşünüyordu? Eğer sırlarım hoş olsa ondan saklamamamın sebebi ne olabilirdi ki? “Joe o zaman.” diye katıldım. “Eğer Joe dikkat ediyor olsaydı zamanlamanın bu kadar tam olmasına gerek kalmazdı.” Kafamı salladım ve bugün geç kalmaya ne kadar yakın olduğumu düşününce bir titremeyi bastırdım. “Sadece sen bu kadar küçük bir kasabada başını belaya sokabilirsin. Son on yıllık suç oranlarını mahvedebilirdin.” Dudakları kenarlarından aşağıya doğru indi. “Bir varsayım hakkında konuşuyorduk.” Kızgınlığına güldüm. Dudakları teni… Çok yumuşak görünüyordu. Onlara dokunmak istiyordum. Parmağımın ucuyla kaşlarının arasındaki buruşukluğu yok etmek istiyordum. İmkansız. Benim tenim ona tiksindirici gelirdi. “Evet öyleydi.” dedim kendi moralimi daha fazla bozmadan konuşmaya dönerek. “Sana ‘Jane’ diyelim mi?” Masanın karşısından bana doğru eğildi bütün öfke ve alay büyük gözlerinden gitmişti. “Nasıl bildin?” diye sordu alçak ve kuvvetli bir sesle. Ona gerçeği söylemeli miydim? Ve eğer öyle yaparsam ne kadarını? Ona söylemek istiyordum. Yüzünde hala olan o güveni hak etmek istiyordum. “Bana güvenebileceğini biliyorsun.” diye fısıldadı ve ellerime dokunacakmış gibi kendi elini ileri doğru uzattı. Buz gibi taş ellerime vereceği tepkinin düşüncesinden nefret ederek onları geri çektim ve o da elini indirdi. Ona sırlarımı koruması konusunda güvenebileceğimi biliyordum; tamamen güvene layıktı; ama onlardan korkmaması konusunda güvenemezdim. Korkması gerekirdi. Gerçek korkunçtu. “Artık başka bir seçeneğim olduğunu sanmıyorum.” diye mırıldandım. Bir kere ‘son derece dikkatsiz’ diyerek onunla alay ettiğimi hatırladım. Gücendirmiştim eğer yüz ifadelerini doğru değerlendiriyorsam. “Yanılmışım – düşündüğümden çok daha dikkatlisin.” Ve muhtemelen farkında olmamasına rağmen bunu çoktan biliyordum. Hiçbir şey kaçırmıyordu. “Her zaman haklı olduğunu sanıyordum.” dedi benimle alay ederken gülerek. “Önceden öyleydim.” Eskiden ne yaptığımı biliyordum eskiden gidişatımdan her zaman emin olurdum; ama şimdi her şey kaos ve kargaşa içindeydi. Yine de bunu değişmezdim. Mantıklı olan o hayatı istemiyordum. Eğer kaos Bella’yla birlikte olabileceğim anlamına geliyorsa değil. “Seninle ilgili başka bir şeyde de yanılmışım” diye devam ettim. “Kaza mıknatısı değilsin – bu yeterince geniş bir sınıflandırma değil. Bela mıknatısısın. Eğer on millik alan içinde tehlikeli bir şey varsa her zaman seni buluyor.” Niye o? Bunların herhangi birini hak etmek için ne yapmıştı? Bella’nın yüzü yine ciddileşti. “Ve sen de kendini bu kategoriye mi koyuyorsun?” Dürüstlük bu sorusunda diğerlerinden daha önemliydi. “Kesinlikle.” Gözleri hafifçe kısıldı – şimdi şüpheyle değil; ama garip bir şekilde endişeyle. Ellerini masanın karşısına doğru yavaşça ve ihtiyatla tekrar uzattı. Ellerimi ondan bir santim geriye çektim; ama bana dokunmaya kararlı halde bunu görmezden geldi. Nefesimi tuttum – bu sefer kokusu yüzünden değil; ama ani kahredici gerilimle. Korku. Tenim onu iğrendirirdi. Kaçardı. Parmak uçlarıyla elimin arkasına hafifçe dokundu. İstekli nazik dokunuşunun sıcaklığı daha önce hissettiğim hiçbir şeye benzemiyordu. Neredeyse katıksız zevkti. Olabilirdi korkuyor olmasaydım. O tenimin soğukluğunu ve sertliğini hissederken hala nefes alamayarak yüzünü izledim. Yarım bir gülümseme dudaklarının kenarlarını yukarı doğru kıvırdı. “Teşekkür ederim.” dedi istekli gözleriyle benim gözlerim buluştuğunda. “Şimdi iki etti.” Yumuşak parmakları orada olmayı hoş bulmuşlar gibi elimin üzerinde kaldı. Ona verebileceğim en sıradan şekilde cevap verdim. “Üçüncüyü denemeyelim olur mu?” Yüzünü buruşturdu; ama başını salladı. Elimi onun elinin altından çektim. Dokunuşu ne kadar muhteşem hissettirse de toleransının sihrinin geçip tiksinmeye dönüşmesini beklemeyecektim. Ellerimi masanın altına sakladım. Gözlerini okudum; zihni sessiz olsa da orada hem güven hem de merak görebiliyordum. O anda sorularını cevaplamak istediğimi anladım. Ona borçlu olduğumdan değil. Bana güvenmesini istediğimden değil. Beni tanımasını istiyordum. “Seni Port Angeles’a kadar takip ettim.” dedim ona kelimeler düzeltemeyeceğim kadar hızlı dökülüyordu. Gerçeğin tehlikesini aldığım riski biliyordum. Her an doğal olmayan sakinliği histeriye dönüşebilirdi. Aksine bunu bilmek sadece daha hızlı konuşmama neden oluyordu. “Daha önce hiç belirli bir insanı hayatta tutmaya çalışmamıştım ve bu düşündüğümden de zormuş; ama bu muhtemelen sadece sen olduğun için. Normal insanlar günlerini kazasız belasız geçiriyorlar.” Onu izleyerek bekledim. Gülümsedi. Dudakları köşelerinden yukarı kıvrıldı ve çikolata renkli gözleri samimileşti. Biraz önce onu gizlice takip ettiğimi itiraf etmiştim ve o gülümsüyordu. “Belki de benim kaderim o minibüs olayına kadardı kaderle oynadığını düşünmüyor musun?” diye sordu. “O ilk değildi.” dedim masanın koyu kestane rengi örtüsüne omuzlarım utançtan çökmüş bir halde bakarak. Bariyerlerim inmişti gerçek hala düşünmeden dökülüyordu. “Senin kaderin benimle tanışana kadardı.” Bu gerçekti ve beni öfkelendiriyordu. Ben hayatına bir giyotin bıçağı gibi yerleştirilmiştim. Sanki zalim adil olmayan bir kaderle ölüme işaretlenmişti ve bu aynı kader onu öldürmeye çalışmaya devam ediyordu. Kaderi bir kişi olarak hayal ettim – korkunç kıskanç bir cadaloz kekşi acımasız bir kadın. Bundan sorumlu bir şey biri istedim – o sayede savaşabileceğim somut bir şey olurdu. Yok edecek bir şey herhangi bir şey böylece Bella güvende olabilirdi. Çok sessizdi; soluğu hızlanmıştı.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:40
Beklediğim korkuyu sonunda göreceğimi bilerek ona baktım. Daha demin onu öldürmeye ne kadar yakın olduğumu itiraf etmemiş miydim? Minibüsün ona çarpmaya santimler kala olduğundan daha yakın. Ve yine de yüzü hala sakindi gözleri hala sadece endişeyle kısıktı. “Hatırlıyor musun?” Bunu hatırlıyor olmalıydı. “Evet.” dedi sesi tonu düz ve ciddiydi. Derin gözleri farkındalıkla doluydu. Biliyordu. Onu öldürmek istemiş olduğumu biliyordu. Çığlıklar neredeydi? “Ve hala burada oturuyorsun.” dedim. “Evet buradayım… senin sayende.” Kurnazca olmayan bir şekilde konuyu değiştirirken yüz ifadesi değişti ve meraklandı. “Çünkü sen bir şekilde bugün beni nasıl bulacağını biliyordun…?” Ümitsizce düşüncelerini koruyan duvarları tekrar ittim. Bu bana hiç mantıklı gelmiyordu. Ortada gerçek varken nasıl kalanıyla ilgilenebilirdi? Sadece merakla bekledi. Yüzü bembeyazdı bu onun için doğaldı; ama yine de beni endişelendiriyordu. Yemeği önünde neredeyse dokunulmamış halde duruyordu. “Sen ye ben konuşacağım.” Saniyenin yarısı kadar düşündü ve sonra sakinliğine ters düşen bir hızla bir ısırık aldı. Cevabım için gözlerinden görmeme izin verdiğinden daha heyecanlıydı. “Bu olması gerekenden daha zor – seni takip etmek.” dedim ona. “Genelde bir kere zihnini duyduğumda birini kolaylıkla bulabilirim.” Bunu söylerken yüzünü dikkatlice izledim. Doğru tahmin etmek bir şeydi onaylanması başka bir şey. Hareketsizdi gözleri büyümüştü. Paniğini beklerken dişlerimin birbirine kenetlendiğini hissettim. Ama bir kere gözlerini kırpıştırdı sesli bir şekilde yuttu ve çabucak ağzına başka bir lokma attı. Devam etmemi istedi. “Jessica’yı takip ediyordum.” diye devam ettim. “Pek dikkatli değil – dediğim gibi sadece sen Port Angeles’ta başına bela alabilirsin.” Bunu eklemeden duramadım. Diğer insanların hayatlarının ölüm kıyısındann dönme deneyimleriyle bu kadar dolu olmadığını fark etmiş miydi yoksa normal olduğunu mu düşünüyordu? O şimdiye kadar tanıştığım normallikten en uzak kişiydi. “Ve başta onlardan ayrıldığını fark etmedim. Sonra artık onunla olmadığını anladığımda kafasında gördüğüm kitapçıya gittim. İçeri girmediğini söyleyebilirdim ve güneye gittiğini… ve kısa zaman içinde geri döneceğini biliyordum. O yüzden sadece seni bekliyor biri seni fark etmişse nerede olduğunu öğrenmek için rastgele sokaktaki insanların düşüncelerini tarıyordum. Endişelenmek için hiçbir sebebim yoktu… ama garip bir şekilde gergindim…” O panik duygusunu hatırladığımda soluğum hızlandı. Kokusu boğazımı yaktı ve ben memnun kaldım. Bu onun canlı olduğu anlamına gelen bir acıydı. Ben yandığım sürece o güvendeydi.
ıÜü“Arabayla daireler halinde dolaşmaya başladım hala… dinleyerek.” Kelimenin ona mantıklı gelmesini umdum. Bu mutlaka kafa karıştırıcı olmalıydı. “Güneş batıyordu çıkıp seni yaya olarak takip etmeye başlamak üzereydim. Ve sonra–” Hatıra beni ele geçirdiğinde – sanki o an tekrar yaşanıyor gibi kusursuz derecede net ve gerçekçi – vücudumda aynı öldürücü öfkeyi hissettim. Onun ölmesini istiyordum. Onun ölmesine ihtiyacım vardı. Kendimi masada tutmaya çalışırken çenem kilitlendi. Bella’nın hala bana ihtiyacı vardı. Önemli olan oydu. “Sonra ne?” diye fısıldadı koyu gözleri büyüktü. “Ne düşündüklerini duydum.” dedim dişlerimin arasından kelimelerin ağzımdan homurdanma olarak çıkmasını engelleyemeyerek. “Aklında senin yüzünü gördüm.” Öldürme arzusuna zorlukla karşı koyabildim. Onu nerede bulacağımı hala biliyordum. Karanlık düşünceleri gökyüzündeydi beni kendilerine çekiyorlardı… İfademin bir canavara avcıya katile ait olduğunu bilerek yüzümü kapadım. Kendimi kontrol edebilmek için kapalı gözlerimin arkasına onun resmini yerleştirdim sadece onun yüzüne odaklandım. Kemiklerinin narin yapısına beyaz teninin inceliğine – sanki camın üzerine ipek gerilmiş gibi inanılmaz derecede yumuşak ve kırılması kolay. Bu dünya için çok savunmasızdı. Bir koruyucuya ihtiyacı vardı. Ve kaderin çarpık kötü yönetimiyle ben uygun olan en yakın şeydim. Sert tepkimi anlayabilmesi için ona açıklama yapmaya çalıştım. “Bu çok… zordu – ne kadar zor olduğunu hayal edemezsin – seni oradan alıp onları… canlı bırakmak.” diye fısıldadım. “Jessica ve Angela’yla gitmene izin verebilirdim; ama beni yalnız bırakırsan onları aramaya gitmekten korktum.” Bu gece ikekşi kez bir cinayet işlemeye niyetlendiğimi itiraf etmiştim. En azından bu seferki savunulabilirdi. Ben kendimi kontrol etmeye çabalarken o sessizdi. Kalp atışlarını dinledim. Ritim düzensizdi; ama zaman geçtikçe düzenli olana kadar yavaşladı. Soluk alıp verişi de alçak ve düzenliydi. Kıyıya çok yakındım. Onu eve götürmem gerekiyordu… önce… O zaman o adamı öldürür müydüm? Bella bana yine güvenirken bir katile dönüşür müydüm? Kendimi durdurabilmenin bir yolu var mıydı? Yalnız kaldığımızda son teorisini söyleyeceğine söz vermişti. Duymak istiyor muydum? Bunun için heyecanlıydım; ama merakımın sonucu bilmemekten daha kötü olur muydu? Her şekilde bir gece için yeterince gerçek öğrenmiş olmalıydı. Ona tekrar baktım yüzü öncekinden daha beyazdı; ama toparlanmıştı. “Eve gitmeye hazır mısın?” diye sordum. “Buradan gitmeye hazırım.” dedi sanki basit bir ‘evet’ söylemek istediği şeyi tamamen karşılamıyormuş gibi kelimeleri dikkatle seçerek. Sinir bozucu. Garson geri döndü. Bella’nın son cümlesini duymuştu bana ne önerebileceğini merak ediyordu. Aklındaki bazı önerilere gözlerimi devirmek istedim. “Nasılız?” diye sordu bana. “Hesabı alabiliriz teşekkürler.” dedim gözlerim Bella’da. Garsonun soluğu tıkandı bir anlığına – Bella’nın deyişiyle – sesimden büyülenmişti. Bu önemsiz insanın kafasında sesimin nasıl duyulduğunu işittiğimde neden bu gece bu kadar beğeni topladığımı anladım. Bu Bella yüzündendi. Onun için güvenli daha az korkutucu ve insan olmaya çok fazla çalışarak gerçekten şiddetimi kaybetmiştim. Kişisel dehşetim böyle dikkatli bir şekilde kontrol altındayken diğer insanlar sadece güzellik görüyorlardı. Kendini toparlamasını bekleyerek garsona baktım. Sebebini anladığım için şimdi bir nevi komikti. “Tabii.” diye kekeledi. “İşte.” Fişin altına sıkıştırdığı kardı düşünerek hesabı uzattı. Üzerinde ismi ve telefon numarası olan kardı. Evet bu oldukça komikti. Para hazırdı. Ona hesabı çabucak geri verdim o sayede asla gelmeyecek bir telefonu bekleyerek vaktini harcamazdı. “Üstü kalsın.” dedim bahşişin büyüklüğünün hayal kırıklığını azaltacağını umarak. Ayağa kalktım ve Bella hızlıca takip etti. Ona elimi vermeyi istiyordum; ama bunun bir gece için şansımı biraz fazla zorlamak olabileceğini düşündüm. Gözlerim onun yüzünden ayrılmadan garsona teşekkür ettim. Bella da eğlenceli bir şey bulmuş gibi görünüyordu. Dışarı yürüdük; yanında cesaret edebileceğim en yakın şekilde yürüdüm. Vücudundan yayılan sıcaklığı kendi vücudumun sol kısmında fiziksel bir dokunuş gibi hissetmeme yetecek kadar yakın. Kapıyı onun için tutarken sessizce iç çekti ve onu neyin üzdüğünü merak ettim. Gözlerine baktım tam soracakken utanmış görünerek yere baktı. Bu beni sormaya isteksizleştirse bile daha da meraklandırdı. Araba kapısını ona açıp içeri girerken aramızdaki sessizlik devam etti. Isıtıcıyı çalıştırdım – sıcak hava aniden soğumuştu; soğuk araba onun için mutlaka rahatsız edici olmalıydı. Dudaklarında küçük bir gülümsemeyle ceketime sokuldu. Kaldırım ışıkları solana kadar konuşmayı erteleyerek bekledim. Bu onunla daha yalnızmışım gibi hissettirdi. Doğru olan neydi? Şimdi sadece ona odaklandığım için araba çok küçük gözüküyordu. Kokusu ısıtıcının şartlarıyla büyüyüp güçlenerek girdap gibi döndü. Arabada ayrı bir varlık gibi kendi gücüne ulaştı. Tanınma talep eden bir varlık. Bunu başardı; yandım. Yanmak kabul edilebilirdi gerçi. Bana garip bir şekilde yerinde gözüküyordu. Bu gece çok şey ele vermiştim – beklediğimden de çok ve o hala buradaydı hala kendi isteğiyle yanımdaydı. Buna karşılık bir şey borçluydum. Bir fedakarlık. Bir yanma adağı. Eğer sadece burada tutabilirsem; sadece yanma ve başka hiçbir şey; ama zehir ağzımı doldurmuş kaslarım umutla gerilmişti avlanıyormuşum gibi… Böyle şeyleri zihnimden uzak tutmak zorundaydım ve dikkatimi neyin dağıtacağını biliyordum. “Şimdi” dedim cevabından duyduğum korku yanmanın keskinliğini alırken. “Sıra sende.”
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:40
10. Teori “Sadece bir tane daha sorabilir miyim?” dedi isteğime cevap vermek yerine. En kötüsü için endişeliydim; ama yine de bu anı uzatmak ne kadar cezbediciydi. Bella’nın isteğiyle sadece birkaç saniye daha yanımda olması. İkilem üzerine iç çektim ve sonra “Bir tane.” dedim. “Peki…” hangi soruyu soracağına karar verir gibi bir an tereddüt etti. “Kitapçıya girmeyip güneye doğru gittiğimi bildiğini söyledin. Bunu nasıl bildiğini merak ediyorum.” Camdan dışarı baktım. İşte yine onun tarafından hiçbir şey ele vermeyip benden çok fazla verecek bir soru. “Kaçamak cevapları geçtik sanıyordum.” dedi ses tonu eleştiri ve hayal kırıklığı doluydu. Ne kadar ironik. Denemeye bile çalışmadan kendisi acımasızca kaçamaklıydı. Eh açık olmamı istiyordu ve bu konuşma zaten iyi bir yere gitmiyordu. “Tamam o zaman.” dedim. “Kokunu takip ettim.” Yüzünü izlemek istedim; ama göreceğim şeyden korkuyordum. Onun yerine soluğunun hızlanıp sonra düzenli hale gelişini dinledim. Bir süre sonra tekrar konuştu ve sesi beklediğimden daha sakindi. “Ve ilk sorularımdan birini cevaplamadın…” dedi. Kaşlarımı çatarak ona baktım. O da vakit kazanmaya çalışıyordu. “Hangisi?” “Nasıl çalışıyor – zihin okuma yeteneği?” diye sordu. İstediğin kişinin aklını istediğin yerde okuyabiliyor musun? Bunu nasıl yapıyorsun? Ailenin geri kalanı…?” Tekrar kızararak sorusunu yarıda kesti. “Bu birden fazla.” dedim. Cevap bekleyerek bana baktı. Ve ona söylememem için ne sebep vardı ki? Çoğunu zaten tahmin etmişti ve bu belli belirsiz gözüken konudan daha kolaydı. “Hayır sadece ben varım ve istediğim kişiyi istediğim yerde duyamıyorum. Yakın olmam gerekli. Tanıdığım kişilerin… seslerini daha uzaktan duyabiliyorum; ama yine de birkaç milden daha fazla değil.” Anlayacağı şekilde anlatmaya çalıştım. Bağlantı kurabileceği bir benzetme. “Kalabalık bir odanın içinde herkesin aynı anda konuşması gibi bir şey. Sadece bir uğultu – arka planda vızıldayan sesler. Birine odaklandıktan sonra düşüncelerini net olarak duyabiliyorum. Genelde hepsini arkaya atabiliyorum – çok dikkat dağıtıcı olabiliyorlar. Ve sonra normal gözükmek daha kolay oluyor” –Yüzümü buruşturdum – “kazara birinin sözleri yerine düşüncelerine cevap vermediğim zaman.” “Sence beni duyamamanın sebebi ne?” diye sordu. Ona başka bir gerçek ve başka bir örnek verdim. “Bilmiyorum.” diye itiraf ettim. “Yapabildiğim tek tahmin belki beyninin diğerleriyle aynı şekilde çalışmıyor olabileceği. Senin düşüncelerin AM dalgasındayken ben sadece FM dalgasını algılayabiliyormuşum gibi.” Bu benzetmeden hoşlanmayacağını anladım. Tepkisini hayal etmek beni gülümsetti. “Beynim doğru çalışmıyor öyle mi?” diye sordu sesi üzüntüyle yükselerek. “Yani ben bir ucubeyim?” Ah yine ironi. “Ben kafamın içinde sesler duyuyorum ve sen ucube olduğundan endişeleniyorsun.” Güldüm. Bütün küçük şeyleri anlıyordu; ama yine de büyük şeylerde geriydi. Her zaman yanlış içgüdüler… Bella dudağını ısırıyordu ve kaşlarının arasındaki kıvrım derinleşmişti. “Merak etme” diye güvence verdim. “Bu sadece bir teori…” Ve ortada tartışılacak daha önemli bir teori vardı. Atlatmak için sabırsızdım. “Ki bu da bizi tekrar sana yönlendiriyor” dedim. İç çekti hala dudağını ısırarak – kendini ekşiteceğinden endişelendim – yüzü sıkıntılı gözlerime baktı. “Kaçamak cevapları geçmemiş miydik?” diye sordum sessizce. Bir ikilemle boğuşarak aşağı baktı. Birdenbire dikeldi ve gözleri kocaman açıldı. İlk defa yüzünde korku belirdi. “Aman Tanrım!” diye soludu. Panikledim. Ne görmüştü? Onu nasıl korkutmuştum? Sonra bağırdı. “Yavaşla!” “Sorun ne?” Dehşetin nereden geldiğini anlayamamıştım. “Saatte 100 mille gidiyorsun!” Pencereden dışarı baktı ve arkamızdan yarışan karanlık ağaçlardan ürktü. Bu küçük şey sadece biraz hız onun korkuyla bağırmasına mı neden olmuştu? Gözlerimi devirdim. “Sakin ol Bella.” “Bizi öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye sordu sesi yüksek ve gergindi. “Bir yere çarpmayacağız.” diye söz verdim. Keskin bir nefes aldı ve sonra biraz daha normal bir tonla konuştu. “Niye bu kadar acele ediyorsun?” “Ben her zaman böyle sürerim.” Yüzüne baktım ve şoka girmiş ifadesiyle eğlendim. “Gözlerini yolda tut!” diye bağırdı. “Daha önce hiç kaza yapmadım Bella. Ceza bile almadım.” Sırıttım ve alnıma dokundum. Bu olayı daha da komik yapıyordu – ona bu kadar garip ve gizli bir şeyle ilgili şaka yapabilmenin gülünçlüğü. “İçinde radar bulucu var.” “Çok komik” dedi alayla sesi korkulu olmaktan çok öfkeliydi. “Charlie bir polis hatırladın mı? Ben trafik kurallarına uymam öğretilerek büyütüldüm. Ayrıca eğer bir ağaca çarpıp bizi Volvo pestiline çevirirsen büyük ihtimalle kalkıp yürüyebilirsin.” “Muhtemelen.” dedim ve neşesizce güldüm. Evet bir araba kazasında başımızdan farklı şeyler geçerdi. Araba sürme becerilerime rağmen korkmakta haklıydı… “Ama sen yapamazsın.” İç çekerek yavaşladım. “Mutlu musun?” Hız göstergesine baktı. “Neredeyse.” Bu hala ona göre hızlı mıydı? “Yavaş sürmekten nefret ediyorum.” diye mırıldandım; ama yine de iğnenin bir çentik daha inmesine izin verdim. “Bu mu yavaş?” “Araba sürüşüme bu kadar yorum yeter.” dedim sabırsızca. Bana sorumu kaç kere tekrarlattıracaktı? Üç kere? Dört? Teorileri o kadar korkunç muydu? Bilmek zorundaydım – hemen. “Hala son teorini bekliyorum.” Tekrar dudağını ısırdı ve ifadesi üzüntülü neredeyse acılı bir şekle büründü. Sabırsızlığıma hakim oldum ve sesimi yumuşattım. Strese girmesini istemiyordum. “Gülmeyeceğim.” diye söz verdim bunun onu konuşmaya isteksiz yapan tek utanç olmasını umarak. “Daha çok bana kızmandan korkuyorum.” diye fısıldadı. Sesimi normal kalması için zorladım. “O kadar kötü mü?” “Evet oldukça.” Gözlerime bakmayı reddederek aşağı baktı. Saniyeler geçti. “Devam et.” diye cesaretlendirdim. Sesi alçaktı. “Nasıl başlayacağımı bilmiyorum.” “Niye başından başlamıyorsun?” Yemekten önceki sözlerini hatırladım. “Kendi başına varmadığını söylemiştin.” “Hayır.” diye katıldı ve yine sessizlik oldu. Ona ilham vermiş olabilecek şeyleri düşündüm. “Nereden başladı – bir kitap? Bir film?” Evde yokken koleksiyonlarına bakmalıydım. Bram Stoker ya da Anne Rice’ın orada olup olmadığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. “Hayır.” dedi tekrar. “Cumartesi günü kumsalda.” Bunu beklemiyordum. Hakkımızdaki yerel dedikodular hiçbir zaman çok garip ya da çok açık olmamıştı. Kaçırdığım yeni bir söylenti mi vardı? Bella ellerinden bana baktı ve yüzümdeki şaşkınlığı gördü. “Eski bir aile dostuna rastladım – Jacob Black.” diye devam etti. “Babası ve Charlie benim bebekliğimden beri arkadaş.” Jacob Black – isim tanıdık değildi ama yine de bana bir şeyi hatırlatıyordu… bir zamanı çok önce… Ön camdan dışarı bakarak bir bağlantı bulabilmek için anıları gözden geçirdim. “Babası Quileute büyüklerinden biri.” dedi. Jacob Black. Ephraim Black. Bir torun şüphesiz. Bu olabileceğin en kötüsüydü. Gerçeği biliyordu. Araba yolun kıvrımlarının çevresinden uçarken vücudum acıyla katılaşmıştı – arabayı sürmek için gerekli olan otomatik eylemler dışında hareketsizdim. Gerçeği biliyordu. Ama… eğer gerçeği cumartesi öğrendiyse… o zaman bütün akşam boyunca biliyordu… ve yine de… “Yürüyüşe çıktık.” dedi. “Bana eski efsanelerden bahsediyordu – korkutmaya çalışıyordu sanırım. Bir tane anlattı…” Durakladı; ama artık rahatsızlığa gerek yoktu; ne söyleyeceğini biliyordum. Kalan tek gizem onun şimdi niye benimle olduğuydu. “Devam et.” dedim. “Vampirlerle ilgili” dedi sesi bir fısıltıdan daha alçaktı. Bir şekilde kelimeyi sesli söylediğini duymak bildiğini bilmekten de daha kötüydü. Kulağa geliş biçiminden irkildim; ama sonra kendimi tekrar kontrol altına aldım. “Ve sen de hemen beni mi düşündün?” diye sordum. “Hayır. O… ailenden bahsetti.” Ephraim’in kendi soyundan birinin antlaşmayı bozması ne kadar ironikti. Torun belki de torunun çocuğu. Kaç yıl olmuştu? Yetmiş? Efsanelere inanan yaşlı adamların tehlike olmadığını anlamalıydım. Tabii ki genç nesil – uyarılmış; ama bu inançları gülünç bulan nesil – tabii ki açığa çıkma tehlikesi orada yatıyordu. Sanırım bu benim kıyıdaki küçük savunmasız kabileye saldırmakta serbest olduğum anlamına geliyordu. Ephraim ve koruyuculardan oluşan sürüsü uzun süre önce ölmüştü… “Sadece gülünç bir batıl inanç olduğunu düşünüyor.” dedi Bella aniden sesi yeni bir endişeyle dolu olarak. “Bunların hiçbirine inanmamı beklemedi.” Gözümün kenarından ellerini zorlukla büktüğünü gördüm. “Benim hatamdı” dedi kısa bir duraklamadan sonra ve utanmışçasına başını eğdi. “Onu söylemeye ben zorladım.” “Niye?” Sesimi normal tutmak artık o kadar zor değildi. En kötü şey zaten olmuştu.Açığa çıkan şeyin detaylarını konuştukça sonuçlarına gelmemize gerek kalmayacaktı. “Lauren seninle ilgili bir şey söyledi – beni kızdırmaya çalışıyordu.” Anıyı hatırlayınca yüzünü buruşturdu. Bella’nın birinin benim hakkında konuşması üzerine niye kızacağını merak ettim hafifçe dikkatim dağıldı… “Çocuklardan bir tanesi de senin ailenin bu bölgeye gelmediğini söyledi; ama söylediklerinin altında başka bir şey kastetmiş gibi geldi. O yüzden Jacob’ı yalnız yakaladım ve onu kandırarak ağzından laf aldım.” Bunu itiraf ettiğinde başını daha da aşağı eğdi ve yüz ifadesi… suçlu göründü.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:41
Ondan uzağa baktım ve güldüm. O suçlu mu hissediyordu? Herhangi bir çeşit suçlama hak eden ne yapmış olabilirdi ki? “Nasıl?” “Flört etmeye çalıştım – tahmin ettiğimden daha çok işe yaradı.” diye açıkladı ve sesi bu başarının anısını düşününce kuşkucu çıktı. Sadece hayal edebilirdim – tamamen farkında olmadan erkek her şeye olan cazibesi düşünülürse – eğer çekici olmaya çalışırsa ne kadar karşı konulamaz olacağını. Birdenbire o kuşkusuz çocuğa karşı acımayla doldum. “Bunu görmek isterdim” dedim ve tekrar kara mizahla güldüm. Çocuğun tepkisini görmeyi dilerdim harap oluşuna kendim şahit olmayı. “Ve sen beni insanları büyülemekle suçluyorsun – zavallı Jacob Black.” Açığa çıkmamın sebebi olan oğlana beklediğim kadar sinirli değildim. Bilmiyordu. Ve birinden bu kızın istediği şeyi reddetmesini nasıl bekleyebilirdim? Hayır sadece onun çocuğun zihnine verdiği hasara acırdım. Yüzünün kızarmasının aramızdaki havayı ısıttığını hissettim. Ona bir bakış attım camdan dışarı bakıyordu. Tekrar konuşmadı. “Ondan sonra ne yaptın?” diye sordum. Korku hikayesine geri dönme vaktiydi. “İnternette biraz araştırma yaptım.” Her zaman pratik. “Ve bu seni ikna etti mi?” “Hayır.” dedi. “Hiçbir şey uymadı. Çoğu saçmaydı. Ve sonra–” Tekrar sözünü yarıda bıraktı ve dişlerinin birbirine kenetlendiğini duydum. “Ne?” diye sordum. Ne bulmuştu? Kabusla ilgili ne ona mantıklı gelmişti? Kısa bir duraklamadan sonra fısıldadı “Önemli olmadığına karar verdim.” Şok yarım saniyeliğine bütün düşüncelerimi dondurdu ve sonra hepsini yerine oturttu. Arkadaşlarıyla kaçmak yerine niye onları uzaklaştırdığını. Niye kaçıp polis diye bağırmak yerine benim arabama bindiğini. Tepkileri her zaman yanlıştı – her zaman tamamen yanlıştı. Tehlikeyi kendi çekiyordu. O davet ediyordu. “Önemli değil mi?” dedim dişlerimin arasından öfkeyle dolu olarak. Korunmamaya bu kadar… bu kadar... bu kadar kararlı olan birini nasıl koruyacaktım? “Hayır.” dedi alçak bir sesle. “Ne olduğun benim için önemli değil.” İnanılmazdı. “Bir canavar olmama aldırmıyor musun? İnsan olmamama?” “Hayır.” Niye bu kadar kararlı olduğunu merak etmeye başladım. Sanırım ona en iyi bakımı ayarlayabilirdim… Carlisle’ın en becerikli doktorlarla en yetenekli terapistlerle bağlantıları olmalıydı. Belki onunla ilgili ne sorun varsa bir vampirin yanında kalbinin düzenli ve sakince atmasına neden olan her neyse onu düzeltmek için bir şeyler yapılabilirdi. Bakımı izlerdim doğal olarak ve izinli oldukça onu ziyaret ederdim… “Öfkelisin.” diye iç çekti. “Hiçbir şey söylememeliydim.” Sanki bu rahatsız edici eğilimlerini saklamak herhangi birimize yardım edermiş gibi. “Hayır. Ne düşündüğünü bilmeyi tercih ederim – düşündüğün şey delice olsa bile.” “Yine haksız mıyım o zaman?” diye sordu biraz savaşçı bir tavırla. “Kastettiğim o değildi!” Dişlerim tekrar birbirine kilitlendi. “’Önemli değil!’” diye tekrarladım. Soluğu kesildi. “Haklı mıyım?” “Fark eder mi?” Derin bir nefes aldı. Cevabını öfkeyle bekledim. “Pek değil.” dedi sesi tekrar toparlanmıştı. “Ama merak ediyorum.” Pek değil. Gerçekten önemli değildi. Umurunda değildi. Benim insan olmadığımı bir canavar olduğumu biliyordu ve bu onun için gerçekten önemli değildi. Akli dengesi konusundaki endişelerimin yanında içimde umudun kabardığını hissettim. Onu bastırmaya çalıştım. “Neyi merak ediyorsun?” diye sordum. Artık sır kalmamıştı sadece küçük ayrıntılar vardı. “Kaç yaşındasın?” diye sordu. Cevabım yerleşmişti ve otomatikti. “On yedi.” “Peki ne kadar zamandır on yedi yaşındasın?” Tepeden bakan tonuna gülmemeye çalıştım. “Bir süredir.” diye itiraf ettim. “Tamam.” dedi aniden istekle. Bana gülümsedi. Ruh sağlığıyla ilgili endişelenerek ona geri baktığımda daha da genişçe güldü. Yüzümü buruşturdum. “Gülme” diye uyardı. “Ama nasıl gündüzleri dışarı çıkabiliyorsun?” İsteğine rağmen güldüm. Araştırmasında alışılmadık hiçbir şey yakalayamamıştı anlaşılan. “Efsane.” dedim. “Güneşte yanma?” “Efsane.” “Tabutlarda uyuma?” “Efsane.” Uyku uzun zamandır hayatımın bir parçası olmamıştı – Bella’nın rüya görüşünü izlediğim bu son gecelere kadar. “Ben uyuyamam.” diye mırıldandım sorusuna daha geniş cevap vererek. Bir anlığına sessizdi. “Hiç mi?” “Hiç.” Gür kirpiklerinin altındaki büyük gözlerine baktım ve uyumaya özlem duydum. Daha önceki gibi kayıtsızlık için sıkıntıdan kaçmak için değil rüya görmek istediğim için. Belki bilinçsiz olabilirsem rüya görebilirsem birkaç saatliğine onunla beraber olabileceğim bir dünyada yaşayabilirdim. O benimle ilgili düş görüyordu. Ben de onunla ilgili görmek istiyordum. Bana baktı ifadesi merakla doluydu. Gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. Ben onu düşleyemezdim. O beni düşlememeliydi. “Daha en önemli soruyu sormadın.” dedim sessiz göğsüm öncekinden daha soğuk ve sert bir halde. Anlamaya zorlanmak zorundaydı. Bir noktada şimdi ne yapıyor olduğunu anlamak zorundaydı. Bunların hepsinin önemli olduğunu anlamaya zorlanmalıydı – diğer her etkenden daha fazla. Onu sevdiğim gerçeği gibi etkenlerden. “Hangi soru?” diye sordu şaşırarak. Bu sadece sesimi daha da sertleştirdi. “Nasıl beslendiğim hakkında endişeli değil misin?” “Ah. O soru.” Değerlendiremeyeceğim bir tonda konuşmuştu. “Evet o soru. Kan içip içmediğimi öğrenmek istemiyor musun?” Sorumdan irkildi. Sonunda. Anlıyordu. “Jacob bu konuda bir şey söyledi.” dedi. “Jacob ne dedi?” “İnsanları avlamadığınızı söyledi. Ailenin tehlikeli olmaması gerektiğini çünkü sadece hayvanları avladığınızı söyledi.” “Tehlikeli olmadığımızı mı söyledi?” “Tam değil. Tehlikeli olmamanız gerektiğini söyledi; ama Quileute’ler sizi hala topraklarında istemiyorlarmış sadece önlem olarak.” Düşüncelerim umutsuz bir hırlama içindeyken ve boğazım tanıdık susuzlukla ağrırken yola baktım. “Yani haklı mıydı?” diye sordu sakince sanki hava durumu sunuyormuş gibi. “İnsanları avlamama konusunda?” “Quileute’lerin hafızaları güçlüdür.” Düşünceyle başını salladı. “Bu seni rahatlatmasın.” dedim çabucak. “Bizle mesafelerini korumakta haklılar. Hala tehlikeliyiz.” “Anlamadım.” “Deniyoruz.” dedim. “Genelde yaptığımız şeyde iyiyiz. Bazen hatalar yapıyoruz. Ben örneğin kendime seninle yalnız olma izni vererek.” Kokusu hala arabanın içinde bir kuvvetti. Alışmaya başlıyordum nerdeyse görmezden gelebiliyordum; ama vücudumun onu hala yanlış nedenden arzuladığını inkar edemezdim. Ağzım zehir içinde yüzüyordu. “Bu bir hata mı?” diye sordu tonunda kalp kırıklığı vardı. Sesi beni silahsız bıraktı. O benimle birlikte olmak istiyordu – her şeye rağmen o benimle olmak istiyordu. Umut tekrar kabardı ve ben onu geri bastırdım. “Çok tehlikeli bir hata.” dedim ona dürüstçe. Bir süre cevap vermedi. Soluk alıp verişinin değiştiğini duydum – korku gibi gelmeyen garip şekillerde aksadı. “Daha çok şey anlatsana.” dedi aniden sesi ıstırapla bozulmuştu. Onu dikkatle inceledim. Acı çekiyordu. Buna nasıl izin vermiştim? “Ne öğrenmek istiyorsun?” diye sordum onu acı çekmekten kurtaracak bir yol düşünmeye çalışarak. Ekşinmemeliydi. Onun ekşinmesine izin veremezdim. “Niye insanların yerine hayvanları avladığınızı söyle.” dedi hala ıstırap içinde. Besbelli değil miydi? Ya da belki bu da onun için önemli değildi. “Canavar olmak istemedim.” diye mırıldandım. “Ama hayvanlar yeterli mi?” Başka bir karşılaştırma aradım onun anlayabileceği bir yol. “Emin olamıyorum tabii ki; ama ben bunu tofu ve soya sütüyle yaşamaya benzetiyorum; kendimize vejetaryen diyoruz aramızda yaptığımız bir şaka. Açlığı – daha doğrusu susuzluğu – tamamen gidermiyor; ama bize karşı koymak için yetecek kadar güç veriyor. Çoğu zaman.” Sesim alçaldı; onun içinde olmasına izin verdiğim tehlikeden utanıyordum. İzin vermeye devam ettiğim tehlikeden… “Bazen diğerlerinden daha zor oluyor.” “Şimdi senin için çok mu zor?” İç çektim. Tabii ki benim cevap vermek istemediğim soruyu soracaktı. “Evet.” diye itiraf ettim. Fiziksel tepkisini bu sefer doğru tahmin ettim: nefes alıp verişi düzenli aralıklarlaydı kalp atışı da düzenini takip ediyordu. Bunu beklemiştim; ama anlayamamıştım Nasıl olurdu da korkmazdı? “Ama şimdi aç değilsin.” diye fikrini belirtti kendinden tamamen emin bir şekilde. “Niye böyle düşünüyorsun?” “Gözlerin” dedi ses tonu laubaliydi. “Bir teorim olduğunu söylemiştim. Fark ettim ki insanlar – özellikle erkekler – aç olduklarında daha aksi oluyorlar.” Tanımlamasına güldüm: aksi. Bu hafif kalıyordu; ama her zamanki gibi haklıydı. “Dikkatlisin değil mi?” Tekrar güldüm. Hafifçe gülümsedi kaşlarının arasındaki kıvrım sanki bir şeye odaklanıyormuş gibi geri döndü. “Bu hafta sonu Emmett’le avlanıyor muydunuz?” diye sordu gülüşüm kesildiğinde. Sıradan şekilde konuşması sinir bozucu olduğu kadar büyüleyiciydi de. Bu kadar şeyi kabul edip aşabilir miydi? Ben şoka girmeye onun gözüktüğünden daha yakındım. “Evet.” dedim ve sonra burada bırakacakken restorandaki o garip dürtüyü hissettim: Onun beni tanımasını istiyordum. “Gitmek istemedim” diye devam ettim “ama gerekliydi. Susamış değilken senin etrafında olmak biraz daha kolay.” “Niye gitmek istemedin?” Derin bir nefes aldım ve gözlerine bakmak için döndüm. Bu çeşit dürüstlük çok farklı bir şekilde zordu. “Bu beni… endişelendiriyor.” Sanırım bu kelime yeterliydi yeterince güçlü olmasa da “Senden uzak olmak. Geçen perşembe okyanusa düşmemeni ya da bir şeylere çarpmamanı isterken şaka yapmıyordum. Bu gece olanlardan sonra bütün hafta sonunu bir yerlerine bir şey yapmadan atlatabildiğine şaşırdım.” Sonra avuçlarındaki çizikleri hatırladım. “Eh tamamen atlatamamışsın.” dedim. “Ne?” “Ellerin” diye hatırlattım. İç çekti ve yüzünü buruşturdu. “Düştüm.” Doğru tahmin etmiştim. “Ben de öyle düşünmüştüm.” dedim gülümsememi zaptedemeyerek. “Sanırım sen olunca çok daha kötü olabilirdi – ve bu ihtimal uzakta olduğum bütün zaman boyunca bana işkence çektirdi. Çok uzun bir üç gündü. Gerçekten Emmett’in sinirlerini bozdum.” Açıkçası bu geçmiş zamana ait değildi. Muhtemelen hala Emmett’i ve ailemin kalanını da rahatsız ediyordum. Alice dışında… “Üç gün?” diye sordu sesi aniden keskinleşmişti. “Sen dün gelmedin mi?” Tonundan bir anlam çıkaramadım. “Hayır pazar günü döndük.” “O zaman niye hiçbiriniz okulda değildiniz?” diye sordu. Öfkesi kafamı karıştırdı. Bu sorunun mitolojiyle ilişkili olduğunu anlamış gözükmüyordu. “Güneşin bana zarar verip vermediğini sordun ve vermiyor” dedim. “ama güneş ışığında dışarı çıkamam en azından insanların beni görebileceği yerlerde değil.” Bu gizemli rahatsızlığından dikkatini dağıttı. “Niye?” diye sordu kafasını yana eğerek. Bu sefer açıklamak için uygun bir benzetme bulabileceğimden şüpheliydim. O yüzden ona sadece “Bir ara gösteririm.” dedim ve sonra bunun ileride bozacağım bir söz olup olmadığını merak ettim. Onu tekrar görecek miydim bu geceden sonra? Henüz onu onu bırakmaya katlanacak kadar seviyor muydum? “Beni arayabilirdin.” dedi. Ne kadar garip bir sonuç. “Ama güvende olduğun biliyordum.” “Ama ben senin nerede olduğunu bilmiyordum. Ben–” Aniden durdu ve ellerine baktı. “Ne?” “Bundan hoşlanmıyorum” dedi utangaç bir şekilde yanakları kızararak. “Seni görmemekten. Bu beni de endişelendiriyor.” Şimdi mutlu musun? diye sordum kendime. Eh işte umutlanmamın hediyesi buydu.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:41
En çılgın hayallerimin gerçekten çok uzak olmadığını anladığımda sersemlemiştim sevinmiştim dehşete düşmüştüm – daha çok dehşete düşmüştüm – Bir canavar olmamın onun için önemli olmamasının sebebi buydu. Kuralların artık benim için bir önemi olmamasıyla tamamen aynı sebeptendi. Artık doğru ve yanlışın bir etki yapmamasıyla bütün önceliklerimin bir sıra aşağı inip en üstte bu kıza yer açmasıyla aynı sebep. Bella da bana değer veriyordu. Onu nasıl sevdiğimle karşılaştırılamayacağını biliyordum; ama burada benimle oturmak için hayatını tehlikeye atmasına yeterliydi bunu gayet memnun bir şekilde yapmasına. Eğer doğru şeyi yapıp onu bırakırsam acı çekmesine yetecek kadar. Artık onu ekşitmeden yapabileceğim hiçbir şey yok muydu? Hiçbir şey? Uzak durmalıydım. Forks’a hiç geri dönmemeliydim. Ona acıdan başka hiçbir şey veremeyecektim. Bu şimdi beni kalmaktan alıkoyar mıydı? Daha kötü hale getirmekten? Şu anda hissettiklerimle sıcaklığını tenimde duyarken… Hayır. Hiçbir şey beni alıkoyamazdı. “Ah” diye inledim. “Bu yanlış.” “Ne dedim?” diye sordu suçu üzerine almakta hızlı davranarak. “Görmüyor musun Bella? Kendimi perişan etmem bir şey; ama senin işe karışman tamamen başka bir şey. Böyle hissettiğini duymak istemiyorum.” Bu gerçekti bu bir yalandı. En bencil yanım onu istediğim kadar onun da beni istediği bilgisi üzerine şimdi uçuyordu. “Bu yanlış güvenli değil. Ben tehlikeliyim Bella – lütfen bunu kavra.” “Hayır.” dudakları huysuzca büküldü. “Ciddiyim.” Kelimeler dişlerimin arasından bir homurdanma şeklinde çıkarken kendime savaşıyordum. “Ben de” diye ısrar etti. “Sana söyledim ne olduğun benim için önemli değil. Artık çok geç.” Çok geç? Dünya Bella uyurken ona doğru yaklaşan gölgeleri izlediğim bitmeyen saniyelerde soğukça siyah ve beyazdı. Kaçınılmaz durdurulamaz. Gölgeler teninin rengini çalıp onu karanlığın içine saplamışlardı. Çok geç? Alice’in görüşü kafamın içinde girdap gibi döndü Bella’nın kan kırmızısı gözlerinin bana ruhsuzca bakışı. İfadesiz – ama bu gelecek için benden nefret etmemesinin yolu yoktu. Ondan her şeyi çaldığım için nefret etmemesinin. Hayatını ve ruhunu çaldığım için. Çok geç olamazdı. “Bunu asla söyleme.” diye tısladım. Yine dudağını ısırarak pencereden dışarı baktı. Elleri kucağında yumruk halindeydi. Soluğu aksadı ve çatladı. “Ne düşünüyorsun?” Bilmek zorundaydım. Bana bakmadan başını salladı. Yanağında bir şeyin kristal gibi parladığını gördüm. Istırap. “Ağlıyor musun?” Onu ağlatmıştım. Onu o kadar ekşitmiştim. Elinin arkasıyla yaşları sildi. “Hayır” diye yalan söyledi sesi çatlayarak. Çok uzun zaman önce gömülmüş bir içgüdü elimi ona doğru uzattı – o bir saniyede hiç hissetmediğim kadar insan hissettim; ama sonra… olmadığımı hatırladım ve elimi indirdim. “Özür dilerim.” dedim. Ona aslında ne kadar üzgün olduğumu nasıl söyleyebilirdim? Yaptığım bütün aptalca hatalar için üzgün olduğumu. Hiç bitmeyen bencilliğim nedeniyle üzgün olduğumu. Benim ilk trajik aşkımın ait olduğu kişi olacak kadar şanssız olduğu için ne kadar üzgün olduğumu. Kontrolüm dışında olan şeyler için de ne kadar üzgün olduğumu – ilk başta hayatını bitirmek için seçilen canavar olduğum için ne kadar üzgün olduğumu. Arabadaki kokuya olan berbat tepkimi görmezden gelerek derin bir nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Konuyu değiştirmek başka bir şey düşünmek istedim. Şansıma onunla ilgili merakım doymak bilmezdi. Her zaman bir sorum vardı. “Bana bir şey söyle.” “Evet?” dedi içinde hala gözyaşları olan boğuk bir sesle. “Bu gece ben köşeye gelmeden önce ne düşünüyordun? İfadeni anlayamadım – korkmuş gözükmüyordun sanki bir şeye çok dikkatle odaklanıyor gibiydin.” Yüzünü hatırladım – şimdi baktığım gözleri unutmaya çalışarak – oradaki kararlı bakışı hatırladım. “Bir saldırganın nasıl etkisiz hale getirileceğini hatırlamaya çalışıyordum.” dedi gittikçe toparlanarak. “Bilirsin işte savunma yöntemleri. Burnunu beynine sokacaktım.” Toparlanışı açıklamasının sonuna kadar devam etmedi sesi nefretle dolup taştı. Bu çok abartıydı ve kedi yavrusu öfkesi şimdi komik değildi. Kırılgan figürünü – sadece camın üzerindeki ipek – onu ekşitecek dolgun ağır yumruklu insan canavarların gölgesinde görebiliyordum. Başımın içinde öfke kaynadı. “Onlarla kavga mı edecektin?” İnlemek istedim. İçgüdüleri ölümcüldü – kendi için. “Kaçmayı düşünmedin mi?” “Koşarken çok fazla düşerim.” dedi mahcup bir şekilde. “Peki ya yardım için bağırmak?” “Tam da o kısma geliyordum.” Başımı inanmazlıkla salladım. Forks’a gelmeden önce hayatta kalmayı nasıl başarmıştı? “Haklıydın” dedim ekşi bir sesle. “Seni hayatta tutmak için kesinlikle kaderle savaşıyorum.” İç çekti ve pencereden dışarı bir bakış attı. Sonra tekrar bana baktı. “Yarın seni görecek miyim?” diye sordu aniden. Cehennem yolunda olduğum sürece – en azından yolculuğun tadını çıkarabilirdim. “Evet – teslim edecek bir ödevim var.” Ona gülümsedim ve bu iyi hissettirdi. “Sana öğle yemeğinde yer ayırırım.” Kalbi pırpır etti; benim ölü kalbim de birdenbire sıcak hissetti. Babasının evinin önünde arabayı durdurdum. Ayrılmak için hiçbir harekette bulunmadı. “Yarın orada olmaya söz verir misin? “Söz.” Yanlış şeyi yapmak nasıl bana bu kadar mutluluk verebiliyordu? Bunda kesinlikle ters bir şey vardı. Tatmin olup başını salladı ve ceketi çıkarmaya başladı. “Sende kalabilir.” dedim çabucak. Onu kendimden bir şeyle bırakmayı tercih ederdim. Bir hatıra ile şu anda cebimde olan şişe kapağı gibi… “Yarın için bir ceketin yok.” Hüzünle gülümseyerek bana verdi. “Charlie’ye açıklama yapmak zorunda kalmak istemiyorum.” dedi. Bunu hayal edebiliyordum. Ona gülümsedim. “Doğru.” Elini kapının koluna koydu ve sonra durdu. Benim gitmesine izin vermek istemediğim kadar o da gitmek istemiyordu. Onu korunmasız bırakmak kısa bir süre bile… Peter ve Charlotte yoldaydı Seattle’ı geçmiş olmalılardı şüphesiz; ama her zaman başkaları vardı. Bu dünya hiçbir insan için güvenli değildi ve özellikle onun için diğerlerine olduğundan daha tehlikeliydi. “Bella?” diye sordum basitçe ismini konuşabilmenin verdiği memnuniyete şaşırarak. “Evet?” “Bana bir söz verir misin?” “Evet.” dedi kolayca; ama sonra karşı çıkmak için bir sebep düşünmüş gibi gözleri kısıldı. “Ormana yalnız girme” diye uyardım onu bu isteğe karşı çıkıp çıkmayacağını merak ederek. Şaşırdı gözlerini kırpıştırdı. “Niye?” Güvenilmez karanlığa öfkeyle baktım. Işık olmaması benim gözlerim için problem değildi; ama başka bir avcı için de değildi. Bu sadece insanları kör ediyordu. “Oradaki en tehlikeli şey her zaman ben değilim” dedim ona. “Burada bırakalım.” Titredi; ama çabucak toparlandı ve bana cevap verdiğinde gülümsüyordu. “Nasıl istersen.” Nefesi yüzüme dokundu çok tatlı ve güzel kokuluydu. Bütün gece böyle kalabilirdim; ama uyumaya ihtiyacı vardı. İki arzu içimde savaşmaya devam ederken eşit güçte gözüküyordu: onu istemeye karşı güvende olmasını istemek. İhtimallere iç çektim. “Yarın görüşürüz.” dedim onu çok daha yakın bir zamanda göreceğimi bilerek. O beni yarına kadar görmeyecekti gerçi. “Yarın o zaman.” dedi kapıyı açarken. Gitmesini izlerken yine ıstırap… O çıkarken eğildim onu orada tutmak isteyerek. “Bella?” Döndü ve sonra donakaldı yüzlerimizi çok yakın bulduğuna şaşırmıştı. Ben de yakınlıktan etkilenmiştim. Sıcaklık dalga dalga gelerek yüzümü okşuyordu. Yüzünün ipeksiliğini hissedebiliyordum… Kalp atışları hızlandı ve dudakları aralandı. “İyi uykular.” diye fısıldadım ve vücudumdaki ısrar – tanıdık susuzluk ve birdenbire hissettiğim yeni garip açlık – bana onu ekşitecek bir şey yaptırmadan geri çekildim. Orada bir an gözleri büyük afallamış ve hareketsiz oturdu. Büyülendiğini tahmin ettim. Benim gibi. Yüzü hala biraz şaşkın olmasına rağmen toparlandı ve arabadan ayağına takılıp kendini doğrultmak için çerçeveye tutunmak zorunda kalarak çıktı. Güldüm – onun duyması için çok sessiz olduğunu umuyordum. Sendeleyerek ön kapıyı saran ışıklara ulaşmasını izledim. O an için güvendeydi ve ben emin olmak için kısa zaman içinde geri dönecektim. Arabayı sürerken gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Alıştığımdan çok değişik bir duyguydu. Genelde istersem kendimi başkasının gözlerinden rahatlıkla izleyebilirdim. Garip bir şekilde heyecan vericiydi – izleyen gözlerin anlaşılmaz hissi. Bunun sadece onun gözleri olduğu için olduğunu biliyordum. Milyonlarca düşünce ben geceye doğru amaçsızca sürerken kafamda birbirini kovaladı. Uzun bir süre hiçbir yere gitmeden Bella’yı ve gerçeğin bilinmesinin inanılmaz rahatlığını düşünerek sokaklarda dolandım. Artık ne olduğumu bulacak diye korkuyla beklememe gerek yoktu. Biliyordu. Onun için önemli değildi. Bu açıkça onun için kötü bir şey olduğu halde benim için şaşırtıcı derecede ferahlatıcıydı. Bundan çok Bella’yı ve karşılıklı aşkı düşündüm. Beni onu sevdiğim şekilde sevemezdi – böyle kuvvetli yakıcı mahvedici bir aşk muhtemelen onun narin vücudunu kırardı; ama yeterince güçlü hissediyordu. İçgüdüsel korkuyu bastırmaya yetecek kadar benimle olmak istemesine yetecek kadar… Ve onunla beraber olmak şimdiye kadar yaşadığım en büyük mutluluktu. Bir süre – yalnızken ve başka kimseyi ekşitmiyorken – kendime trajediyi düşünmeden mutluluk hissetme izni verdim. Sadece o da bana değer verdiği için mutluluk hissetmeye sadece onun sevgisini kazandığım için sevinmeye sadece günlerce onun yakınında oturmayı sesini duymayı ve gülümsemelerini kazanmayı hayal etmeye… O gülümsemeyi kafamda tekrar canlandırdım dolgun dudaklarının köşelerinden yukarı doğru kıvrılışını çenesinde beliren gamze izini gözlerinin ısınıp eriyişini… Elleri bu gece benim elimin üzerinde çok yumuşak ve sıcak hissetmişti. Elmacık kemiklerinin üzerine gerilmiş hassas tenine – ipeksi sıcak… çok narin. Camın üzerindeki ipek… korkutucu derecece kırılgan – dokunmanın nasıl hissedeceğini hayal ettim. Çok geç olana kadar düşüncelerimin nereye gittiğini görmemiştim. O yıkıcı savunmasızlığı üzerine düşünürken yüzünün başka görüntüleri hayallerime izinsizce girdi. Gölgelerin içinde korku yüzünden soluk bir renkle – yine de çenesi gergin ve kararlı gözleri öfkeli tamamen odaklanmış ince vücudu üzerine gelen iri kıyım şekillere saldırmak üzere destekli karanlıktaki kabuslar… “Ah.” diye inledim onu sevmenin neşesi içinde unuttuğum kaynayan öfke tekrar bir hiddet cehennemi olarak ortaya çıktı. Yalnızdım. Bella evinin içinde güvendeydi; o an babasının Charlie Swan’ın – yasa uygulamasının başkanı eğitimli ve silahlı – onun babası olmasından şiddetle memnun kaldım. Bu da bir şeydi onun için bir kalkan. O güvendeydi. Benim intikam almam uzun süremezdi. Hayır. Daha iyisini hak ediyordu. Onun bir katile değer vermesine izin veremezdim. Ama… peki ya diğerleri? Bella güvendeydi evet. Angela ve Jessica da şüphesiz yataklarında güvendeydiler. Yine de Port Angeles sokaklarında bir canavar başıboş dolanıyordu. Bir insan canavar – bu onu insanların sorunu mu yapardı? İşlemek için yanıp tutuştuğum cinayeti işlemek yanlıştı. Bunu biliyordum; ama onu tekrar saldırması için serbest bırakmak da doğru şey olamazdı. Restorandaki sarışın karşılayıcı. Tam olarak hiç bakmadığım garson. İkisi de beni saçma şekilde rahatsız etmişlerdi; ama bu tehlike içinde olmayı hak ettikleri anlamına gelmiyordu. İkisi de birilerinin Bella’sı olabilirdi. Bu anlayış kararımı vermemi sağladı. Arabayı kuzeye çevirdim; bir amacım olduğu için hızlandım. Ne zaman beni aşan bir problem olsa – bunun gibi somut bir şey – yardım için nereye gideceğimi biliyordum. Alice verandada oturmuş beni bekliyordu. Garaja girmek yerine evin önünde durdum. “Carlisle çalışma odasında.” dedi ben soramadan. “Teşekkürler.” dedim geçerken saçını karıştırarak. Asıl sana teşekkürler çağrıma cevap verdiğin için diye düşündü alayla.
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:42
“Ah.” Kapıda durup telefonu çıkardım ve açtım. “Özür dilerim kim olduğuna bakmak için bile kontrol etmedim. Ben… meşguldüm.” “Evet biliyorum. Ben de özür dilerim. Ne olacağını gördüğümde sen yoldaydın.” “Çok yakındı.” dedim mırıldanarak. Özür dilerim diye tekrarladı kendinden utanarak. Bella’nın iyi olduğunu bildiğim için yüce gönüllü olmak kolaydı. “Üzülme. Hepsini yakalayamayacağını biliyorum. Kimse senden her şeyi bilmeni beklemiyor Alice.” “Teşekkürler.” “Bu gece neredeyse seni yemeğe davet edecektim – fikrimi değiştirmeden yakaladın mı?” Sırıttı. “Hayır onu da kaçırdım. Keşke bilseydim. Gelirdim.” “Böyle çok şey kaçıracak kadar neye odaklanıyordun?” Jasper yıldönümümüz hakkında düşünüyor. Güldü. Hediyemde bir karar vermemeye çalışıyor; ama sanırım ne olduğuna dair oldukça iyi bir fikrim var… “Utanmazın tekisin.” “Evvet.” Dudaklarını büzdü ifadesinde bir suçlama iziyle bana baktı. Sonra daha çok dikkat ettim. Onlara bildiğini söyleyecek misin? İç çektim. “Evet. Sonra.” Hiçbir şey söylemeyeceğim. Bana bir iyilik yap ve Rosalie’ye ben ortalarda yokken söyle olur mu? Ürktüm. “Tabii.” Bella oldukça iyi karşıladı. “Fazla iyi.” Alice bana sırıttı. Bella’yı küçümseme. Görmek istemediğim görüntüyü engellemeye çalıştım – Bella ve Alice en iyi arkadaşlar. Sabırsızca iç çektim. Gecenin bir sonraki kısmını geçmek istiyordum; ama Forks’u bırakmaya biraz endişeliydim… “Alice…” diye başladım. Ne sormayı planladığımı gördü. Bu gece iyi olacak. Artık daha iyi bakıyorum. Bir nevi yirmi dört saatlik gözetim istiyor değil mi? “En az.” “Her neyse kısa zaman içinde onunla beraber olacaksın.” Derin bir nefes aldım. Bu gözler benim için çok güzeldi. “Haydi – şu işi bitir böylece olmak istediğin yerde ol.” dedi bana. Başımı salladım ve Carlisle’ın odasına gittim. Beni bekliyordu gözleri masasındaki kalın kitap yerine kapıdaydı. “Alice’in sana beni nerede bulacağını söylediğini duydum.” dedi ve gülümsedi. Onunla olmak gözlerindeki anlayış ve zekayı görmek ferahlatıcıydı. Carlisle ne yapılacağını bilirdi. “Yardıma ihtiyacım var.” “Ne istersen Edward.” diye söz verdi. “Alice bu gece Bella’ya ne olduğunu söyledi mi?” Neredeyse ne olacağını diye düzeltti. “Evet neredeyse. İkilem arasında kaldım Carlisle. Onu… öldürmeyi… çok… istedim.” Kelimeler hızla ve hararetle çıkmaya başladı. “Çok fazla; ama bunun yanlış olacağını biliyordum çünkü intikam olur adalet değil. Sadece öfke tarafsızlık değil. Yine de bir seri tecavüzcü ve katili Port Angeles’ta dolaşması için bırakmak doğru olamaz. Oradaki insanları tanımıyorum; ama Bella’nın yerini bir başkası alabilir. Bütün o diğer kadınlar – birileri onlara benim Bella’ya karşı hissettiğim duyguları hissediyor olabilir. Eğer ona zarar gelirse acı çekeceğim gibi acı çekebilir. Bu doğru değil–” Geniş beklenmedik gülümsemesi beni durdurdu. O senin için çok iyi değil mi? Çok fazla merhamet çok fazla kontrol. Etkilendim. “İltifat aranmıyorum Carlisle.” “Tabii ki; ama düşüncelerime engel olamam değil mi?” Tekrar gülümsedi. “Ben hallederim. Sen dinlenebilirsin. Kimse Bella’nın yerine zarar görmeyecek.” Kafasındaki planı gördüm. Bu tamamen benim istediğim şey değildi gaddarlık isteğimi tatmin etmiyordu; ama doğru olanın bu olduğunu görebiliyordum. “Onu nerede bulacağını göstereyim.” dedim. “Gidelim.” Yolda siyah çantasını kavradı. Bayıltmak için daha saldırgan bir yol seçerdim – çatlamış bir kafatası mesela – ama Carlisle’ın bunu kendi yöntemleriyle yapmasına izin verecektim. Arabamı aldım. Alice hala basamaklardaydı. Biz uzaklaşırken sırıttı ve el salladı. Benim için geleceğe baktığını gördüm; zorluk yaşamayacaktık. Karanlık boş yolda yaptığımız yolculuk çok kısa sürdü. Dikkat çekmemek için farları kapalı tuttum. Bella’nın bu hıza nasıl tepki vereceğini düşünmek beni gülümsetti. O karşı çıktığında zaten normalden yavaş sürüyordum – onunla olan zamanımı uzatmak için. Carlisle da Bella’yı düşünüyordu. Onun Edward için bu kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim. Bu beklenmedik bir şey. Belki bu bir şekilde olmalıydı. Belki de daha yüksek bir amacı vardı. Sadece… Bella’yı kar soğukluğunda bir ten ve kırmızı gözlerle canlandırdı sonra görüntüden kaçındı. Evet. Sadece. Gerçekten. Çünkü böyle saf ve güzel bir şeyi yok etmenin içinde nasıl bir iyilik olabilirdi ki? Geceye doğru öfkeyle baktım akşamın bütün neşesi düşünceleriyle kaybolmuştu. Edward mutluluğu hak ediyor. Alacağı var. Carlisle’ın düşüncelerinin şiddeti beni şaşırttı. Mutlaka bir yol olmalı. İkisine de inanabilmeyi diledim; ama Bella’ya olanların daha ileri bir amacı yoktu. Sadece Bella’nın hak ettiği hayatı yaşamasına katlanamayan kötü acımasız çirkin bir kader. Port Angeles’ta kalmadım. Carlisle’ı Lonnie denen canavarın arkadaşlarıyla beraber hayal kırıklığı yaşadığı yere götürdüm – iki tanesi çoktan sızmıştı. Carlisle yakın olmanın benim için ne kadar zor olduğunu görebiliyordu – canavarın düşüncelerini ve anılarını Bella’yla ilgili anıların onun kadar şanslı olamayan kızların yüzleriyle karışmış görüntüleri… Soluk alıp verişim hızlandı. Direksiyona kenetlendim. Git Edward dedi bana usulca. Ben diğerlerinin güvende olmasını sağlayacağım. Bella’ya geri dön. Bu söylenmesi tam olarak doğru şeydi. Onun ismi şu anda bana bir anlam ifade edebilecek tek şeydi. Onu arabada bıraktım ve Forks’a uyuyan ormanın içinden düz bir çizgi üzerinde koştum. Arabadan daha az zaman aldı. Evinin yanına gelip penceresinden girdiğimde sadece dakikalar geçmişti. Rahatlıkla iç çektim. Her şey olması gerektiği gibiydi. Bella yatağında güvendeydi rüya görüyordu ıslak saçı yastığında deniz yosunu gibi dalgalanıyordu. Ama pek çok gecenin tersine örtüleri omuzlarına kadar çekilmiş halde kıvrılmıştı. Üşümüştü diye tahmin ettim. Her zamanki yerime yerleşmeden önce uykusunda ürperdi ve dudakları titredi. Kısa bir süre düşündüm ve sonra evin bu kısmını ilk defa keşfetmek üzere koridora çıktım. Charlie’nin horlamaları yüksek sesli ve düzenliydi. Neredeyse rüyasının konusunu yakalayabiliyordum. Su ve sabırlı bekleyişle ilgili bir şey… balık tutmak belki? İşte merdivenlerin üzerinde umut verici bir dolap vardı. Açtım ve aradığım şeyi buldum. Küçük dolaptan en kalın battaniyeyi aldım ve odasına götürdüm. Uyanmadan önce geri koyacaktım ve kimse fark etmeyecekti. Battaniyeyi nefesimi tutarak ve dikkatle üzerine örttüm; eklenen yüke tepki vermedi. Sallanan sandalyeye geri döndüm. Endişeyle ısınmasını beklerken Carlisle’ı düşündüm nerede olduğunu merak ettim. Planının pürüzsüz işleyeceğini biliyordum – Alice bunu görmüştü. Babamı düşünmek iç çekmeme neden oldu – Carlisle bana çok fazla inanıyordu. Onun olduğumu düşündüğü kişi olmayı diledim. O kişi mutluluğu hak eden kişi bu uyuyan kıza layık olmayı umabilirdi. Eğer o Edward olabilseydim her şey ne kadar da değişik olurdu. Bunu düşünürken garip davetsiz bir görüntü kafamın içinde belirdi. Bir anlığına aklımdaki Bella’nın yok edilmesine uğraşan o cadaloz kaderin yerinde meleklerin en aptalı ve umursamazı belirdi. Koruyucu bir melek – Carlisle’ın versiyonunda sahip olabileceğim bir şey. Gök renkli gözleri muzurlukla dolu dudaklarında aldırışsız bir gülümsemeyle melek Bella’yı öyle bir şekillendirmişti ki onu görmezden gelmemin hiçbir yolu kalmamıştı. Dikkatimi çekmek için saçma derecede kuvvetli bir koku merakımı alevlendirmesi için sessiz bir zihin gözlerimi ayıramamam için huzur verici bir güzellik saygımı kazanması için fedakar bir ruh vermiş kendini koruma içgüdüsünü bırakmıştı – böylece Bella yanımda olmaya katlanabilecekti – ve son olarak kendine çeken geniş bir kötü şans. Kayıtsız bir kahkahayla sorumsuz melek narin eserini direkt olarak yolumun üzerine koymuş Bella’yı hayatta tutmam için kusurlu ahlakıma güvenmişti. Bu görüşte ben Bella’nın cezası değildim; o benim ödülümdü. Düşüncesiz meleğin hayaline kafamı salladım. Cadalozdan daha iyi değildi. Böyle tehlikeli ve aptalca davranan bir yüksek güç için iyi düşünemezdim. En azından çirkin kadere karşı savaşabilirdim. Ve benim meleğim yoktu. Onlar iyiler içindi – Bella gibi insanlar için. O zaman bütün bunların içinde onun meleği neredeydi? Onu kim koruyordu? Sessizce güldüm o rolü şimdilik benim doldurduğumu fark edince şaşırmıştım. Bir vampir melek – bu bir abartıydı. Yaklaşık yarım saat sonra Bella sıkıca kıvrılmış olduğu şeklinden rahatladı. Nefes alıp verişi derinleşti ve mırıldanmaya başladı. Tatmin olarak gülümsedim. Bu küçük bir şeydi; ama en azından bu gece ben burada olduğum için daha rahat uyuyordu. “Edward.” diye iç çekti ve o da gülümsedi. O an için trajediyi ittim ve kendime tekrar mutlu olma izni verdim
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:43
11. Sorular CNN haberi ilk olarak verdi. Okula gitmeden haberlere rastladığıma memnundum insanların bu durumu nasıl anlatacağını ve ne kadar dikkat çekeceğini duymak için endişeyle beklemiştim. Şansıma bugün fazla haber vardı. Güney Amerika’da bir deprem olmuştu ve Orta Doğu’da politik bir kaçırma olayı vardı. Böylece olay sadece birkaç cümle ve bir tane kalitesiz resimle birkaç saniyede anlatıldı. “Alonzo Calderas Wallace Teksas ve Oklahoma’da aranan seri tecavüzcü ve katil isimsiz bir ihbar üzerine dün gece Portland Oregon’da yakalandı. Wallace bu sabah erken saatlerde polis istasyonuna sadece birkaç yarda ötede bilinçsiz halde bulundu. Yetkililer mahkemeye çıkarılmak için Houston’a mı yoksa Ohlahoma’ya mı iade edileceği konusunda henüz kesin bir şey söylemediler.” Resim net değildi ve çekildiği sırada uzun bir sakalı vardı. Bella görse bile muhtemelen onu tanımazdı. Görmemesini umdum; bu onu gereksiz yere korkuturdu. “Kasabadaki yorumu hafif olacak. Yerel ilgiyi çekmek için çok uzakta.” dedi Alice bana. “Carlisle’ın onu eyalet dışına götürmesi iyi olmuş.” Başımı salladım. Bella pek televizyon izlemezdi ve babasını da spor kanalı dışında bir şey izlerken hiç görmemiştim. Yapabileceğimi yapmıştım. Bu canavar artık avlanmıyordu ve ben de bir katil değildim. Son zamanlarda en azından. Carlisle’a güvenmekle doğru yapmıştım her ne kadar bu canavarın böyle kolay kurtulamamış olmasını dilesem de. Kendimi Teksas’a iade edilmesini dilerken buldum orada idam cezası bayağı çok veriliyordu… Hayır. Önemli değildi. Bunu arkamda bırakacak ve en önemli olana odaklanacaktım. Bella’nın odasından ayrılalı yarım saat olmamıştı. Şimdiden onu tekrar görebilmek için yanıp tutuşuyordum. “Alice bir sakıncası–” Sözümü kesti. “Rosalie kullanır. Sinirli görünecek; ama biliyorsun ki arabasıyla hava atmaya bayılır.” Bir kahkaha attı. Sırıttım. “Okulda görüşürüz.” İç çekti ve sırıtmam silindi yüzümü buruşturdum. Biliyorum biliyorum diye düşündü. Daha değil. Sen Bella’nın beni tanımasına hazır olana kadar bekleyeceğim. Bilmelisin gerçi bencil olan sadece ben değilim. Bella da beni sevecek. Kendi kendime surat astım. Bella’nın istediği ile Bella için iyi olan şeyler tamamen farklıydı. Arabamı evinin önüne park ettiğimde huzursuzluk hissetmeye başladım. İnsan atasözleri işlerin göze sabahları daha farklı göründüğünü söylerdi – uyuduktan sonra değiştiğini. Bella’ya sisli bir günün zayıf ışığında farklı görünür müydüm? Gecenin siyahlığında olduğumdan daha kötü mü yoksa daha iyi mi? Gerçek uyurken mi kafasına yerleşmişti? Sonunda korkar mıydı? Dün gece rüyaları huzurluydu gerçi. Tekrar tekrar adımı söylediğinde gülümsemişti. Birden çok mırıldanarak kalmam için yalvarmıştı. Bunlar bugün hiçbir şey ifade etmez miydi? Gerginlikle evinin içindeki sesleri dinleyerek bekledim – merdivenlerdeki hızlı sendeleyen adımları bir folyonun sert yırtılışını kapısı sertçe kapatıldığında buzdolabının içindekilerin birbirine çarpışını. Acele ediyormuş gibiydi. Okula gitmek için heyecanlı mıydı? Bu düşünce beni tekrar gülümsetti umutlandırdı. Saate baktım. Sanırım – kamyonetinin hız sınırını göze alırsak – biraz geç kalıyordu. Bella çantası omzundan kayarak saçları karışık şimdiden dağılmaya başlamış halde toplanmış olarak aceleyle evden çıktı. Giydiği kalın yeşil kazak soğuk siste omuzlarının çökmesini engellemeye yeterli değildi. Uzun kazak onun için çok büyüktü. İnce vücut yapısını maskelemiş bütün narin kıvrımları ve yumuşak çizgileri şekilsiz bir hale getirmişti. Buna neredeyse dün giydiği mavi bluza benzer bir şey giymesini dilediğim kadar minnettar da kalmıştım… kumaş dün tenine çok çekici şekilde sarılmıştı köprücük kemiklerinin boğazının altındaki boşluktaki kıvrımının büyüleyiciliğini meydana çıkaracak kadar alçak kesimliydi. Mavi renk narin vücudunun üzerinde su gibi süzülüyordu… Düşüncelerimi o şekilden çok çok uzakta tutmam daha iyiydi – zorunluydu – o yüzden giydiği üzerine yakışmayan kazağa minnettardım. Hata yapmayı göze alamazdım ve dudakları… teni… vücudu… ile ilgili düşüncelerin yol açtığı garip açlıkların üzerinde durmak devasa bir hata olurdu. Yüz yıldır benden kaçan açlıkların… ama kendime onu dokunmayı düşünmek için izin veremezdim çünkü bu imkansızdı. Onu ekşitirdim. Bella kapıya arkasını dönüp öyle aceleyle koştu ki neredeyse arabamın yanından fark etmeden geçecekti. Sonra aniden durdu çantası kolundan daha aşağı kaydı ve gözleri arabaya odaklanırken kocaman açıldı. İnsan hızında hareket etmeye hiç uğraşmadan dışarı çıktım ve kapıyı onun için açtım. Artık onu kandırmaya çalışmayacaktım – en azından yalnızken kendim olacaktım. Sisin içinde birdenbire belirmeme şaşırarak tekrar bana baktı sonra gözlerindeki şaşkınlık başka bir şeye dönüştü ve ben artık dün geceki düşüncelerinin değiştiğinden korkmuyordum – ya da değiştiğini ümit etmiyordum. Sıcaklık merak büyülenme hepsi gözlerinin erimiş çikolatasında yüzüyordu. “Bugün okula benimle gitmek ister misin?” diye sordum. Dün geceki yemeğin aksine seçmesine izin verecektim. Bundan sonra her şey onun seçimi olmalıydı. “Evet teşekkürler.” diye mırıldandı arabaya tereddütle girerek. Evet dediği kişi olmanın bana verdiği heyecan hiç azalacak mıydı? Bundan şüpheliydim. Ona katılma isteğiyle hızla arabanın etrafından dolandım. Ani belirişime şaşırdığına dair hiçbir işaret göstermedi. Yanımda oturduğunda hissettiğim mutluluğun eşi yoktu. Ailemin sevgisi ve arkadaşlığından ne kadar keyif alsam da dünyanın sunduğu çeşitli davetlere ve rahatsızlıklara rağmen hiç bunun kadar mutlu olmamıştım. Bunun yanlış olduğunu ve muhtemelen iyi sonlanmayacağını bilmeme rağmen yüzümden gülümsememi uzun süre uzak tutamıyordum. Ceketim koltuğunun baş kısmında duruyordu. Ona baktığını gördüm. “Ceketi senin için getirdim.” dedim ona. Davetsizce ortaya çıkmamın bahanesi buydu. Hava soğuktu. Montu yoktu. Şüphesiz bu kibarlığın kabul edilebilir bir şekliydi. “Hasta olmanı istemedim.” “O kadar da narin değilim.” dedi gözlerimle buluşmaya tereddütlüymüş gibi yüzüm yerine göğsüme bakarak; ama ben onu kandırmaya çalışmaya başlamadan önce ceketi giydi. “Değil misin?” diye mırıldandım kendi kendime. Ben okula doğru sürerken yola baktı. Sessizliğe sadece birkaç saniye dayanabilirdim. Bu sabah düşüncelerinin ne olduğunu bilmek zorundaydım. Güneş son doğduğundan beri çok şey değişmişti. “Ne bugün bir sürü soru yok mu?” diye sordum konuyu tekrar hafif tutarak. Konuyu değiştirmeme memnun görünerek gülümsedi. “Sorularım seni rahatsız mı ediyor?” “Tepkilerin kadar değil.” dedim ona dürüstçe gülümsemesine karşılık olarak gülümseyerek. Dudaklarının kenarları aşağı doğru indi. “Kötü tepkiler mi veriyorum?” “Hayır problem de bu. Her şeyi çok sakin karşılıyorsun – bu doğal değil.” Nasıl olabilirdi? “Gerçekte ne düşündüğünü merak etmeme yol açıyor.” “Ne düşündüğümü sana her zaman söylüyorum.” “Değiştiriyorsun.” Dişlerini yine dudağına bastırdı. Bunu yaptığını fark ediyormuş gibi görünmüyordu – gerilime karşı bilinçsiz bir tepkiydi. “Pek değil.” Sadece bu kelimeler merakımı köpürtmeye yeterliydi. Benden ne saklıyordu? “Beni delirtmeye yetecek kadar.” dedim. Tereddüt etti ve sonra fısıldadı. “Duymak istemiyorsun.” Bir an düşünmem bağlantıyı yakalamadan önce dünkü bütün konuşmayı kelime kelime aklımdan geçirmem gerekti. Çok fazla odaklanma gerektirdi çünkü bana söylemesini istemeyeceğim hiçbir şey hayal edemiyordum... Ve sonra – sesinin tonu dün gecekiyle aynı olduğu için; yine aniden acı vardı – hatırladım. Bir kere ondan düşüncelerini söylememesini istemiştim. Bunu asla söyleme demiştim ona sinirle. Onu ağlatmıştım… Benden sakladığı bu muydu? Benimle ilgili duygularının derinliği miydi? Benim bir canavar olmamın onun için önemli olmaması ve fikrini değiştirmesi için çok geç olduğu mu? Konuşamıyordum; çünkü mutluluk ve acı kelimeler için çok güçlüydü aralarındaki çatışma normal bir cevap verebilmem için çok vahşiydi. Kalbinin ve akciğerlerinin düzenli ritmi dışında araba sessizdi. “Ailenin geri kalanı nerede?” diye sordu aniden. Derin bir nefes aldım – arabanın içindeki kokuyu ilk defa gerçek acıyla içime çekerek; tatminle buna alıştığımı fark ettim – ve tekrar normal olabilmek için kendimi zorladım. “Rosalie’nin arabasını aldılar.” Söz konusu arabanın yanındaki boş yere park ettim. Gözlerinin büyümesini izlerken gülümsememi gizledim. “Gösterişli değil mi?” “Iı vay. Eğer buna sahipse niye seninle geliyor?” Rosalie Bella’nın tepkisinden keyif alırdı… eğer onunla ilgili objektif oluyor olsaydı ki bu muhtemelen olmayacaktı. “Dediğim gibi gösterişli. Uyum sağlamaya çalışıyoruz.” “Başaramıyorsunuz.” dedi bana ve tasasızca güldü. Gülüşünün neşeli tamamen dertsiz sesi başımı şüpheyle döndürürken boş göğsümü ısıttı. “Eğer göze çarpmanıza neden oluyorsa Rosalie niye bununla geldi?” dedi merakla. “Fark etmedin mi? Bütün kuralları çiğniyorum.” Cevabım biraz korkutucu olmalıydı – o yüzden tabii ki Bella gülümsedi. Tıpkı dün geceki gibi kapısını açmamı beklemedi. Okulda normal davranmak zorundaydım – bu nedenle engellemek için yeterince hızlı hareket edemedim – ama artık kendisine nezaketle davranılmasına alışmak zorundaydı kısa zaman içinde. Ona cesaret edebileceğim kadar yakın yürürken yakınlığımın onu rahatsız edip etmediğini anlamak için dikkatlice işaretler aradım. İki kere eli benimkine değdi ve geri çekmedi. Bana dokunmak istiyormuş gibi görünüyordu… Soluk alıp verişim hızlandı. “Niye böyle arabalarınız var eğer gizlilik arıyorsanız?” diye sordu yürürken. “Bir bağımlılık” diye itiraf ettim. “Hepimiz hızlı sürmeyi seviyoruz.” “Belli” diye mırıldandı ekşi bir sesle. Bakmadığı için cevaben sırıtmamı göremedi. I-ıh! Buna inanmıyorum! Bella bunu nasıl başardı? Anlamıyorum! Niye? Jessica’nın iç paniği düşüncelerimi böldü. Yağmurdan korunmak için kafeterya çatısının kenarının altında kolunda Bella’nın montuyla bekliyordu. Gözleri inanmazlıkla büyümüştü. Kapıya doğru aceleyle giderken ona cevap vermedim. Bu farklı bir bakış açısıydı. Bella Alice’i tanımak ister miydi? Kız arkadaş olarak bir vampir ister miydi? Bella’yı düşününce… bu fikir muhtemelen onu hiç rahatsız etmezdi. Bella da onu fark etti. Jessica’nın yüz ifadesini gördüğünde yanağına açık pembe bir renk dokundu. Jessica’nın kafasındaki düşünceler yüzünde oldukça belirgindi. “Selam Jessica. Hatırladığın için teşekkürler.” diye selamladı Bella onu. Monta uzandı ve Jessica hiçbir şey söylemeden onu verdi. İyi olsunlar ya da olmasınlar Bella’nın arkadaşlarına kibar davranmalıydım. “Günaydın Jessica.” Vooa… Jessica’nın gözleri daha da açıldı. Garip ve eğlendiriciydi… ve dürüst olmak gerekirse… Bella’nın yanında olmanın beni ne kadar yumuşattığını anlamak biraz utandırıcıydı… Artık kimse benden korkmuyor gibi görünüyordu. Eğer Emmett bunu öğrenirse bir sonraki yüzyıla kadar gülerdi. “Iı… Selam.” diye mırıldandı ve gözleri anlamla Bella’nın yüzüne kaydı. “Trigonometri’de görüşürüz.” Döküleceksin. Hayırı cevap olarak almayacağım. Ayrıntılar. Ayrıntıları öğrenmem gerekli! Edward CULLEN!! Hayat çok adaletsiz. “Evet görüşürüz.” dedi Bella. Bütün hikaye. Daha azını kabul etmeyeceğim. Dün gece buluşmayı planlamışlar mıydı? Çıkıyorlar mı? Ne kadar zamandır? Bunu nasıl bir sır olarak saklayabilir? Niye böyle bir şey istesin? Sıradan bir şey olamaz – onunla cidden ilgili olmalı. Başka bir seçenek var mı? Öğreneceğim. Bilmemeye katlanamam. Onunla ilişkiye girip girmediğini merak ediyorum? Bayılacağım…
YazYagmuru
Kayıt tarihi : 17/09/07 Cinsiyet : Zodyak : Mesaj Sayısı : 7272 Yaş : 40 Kişisel ileti : . . . Ruh Hali : Takım :
Konu: Geri: Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü ! 22.01.10 15:44
Jessica’nın düşünceleri aniden dağıldı ve kafasında sözsüz fanteziler döndü. Tahminlerinden irkildim; sadece öncekiler gibi kendi yerine Bella’yı koyduğu için değil. Böyle olamazdı; ama yine de… yine de istiyordum. Bunu itiraf etmemek için direndim kendime bile. Daha kaç yanlış şekilde Bella’yı isteyebilirdim? Hangisi onu öldürmemle sonuçlanırdı? Kafamı salladım ve konuyu hafifleştirmeye çalıştım. “Ona ne söyleyeceksin?” diye sordum Bella’ya. “Hey!” dedi öfkeyle fısıldayarak. “Benim aklımı okuyamadığını sanıyordum!” “Okuyamıyorum.” Şaşkınlıkla kelimelerinden bir anlam çıkarmaya çalışarak ona baktım. Ah – mutlaka aynı anda aynı şeyleri düşünüyor olmalıydık. Hmm… Bundan oldukça hoşlanmıştım. “Ama” dedim ona “Onunkini okuyabiliyorum – seni sınıfta pusuya yatmış şekilde bekliyor olacak.” Bella inledi ve ceketi omuzlarından kaydırdı. Başta geri verdiğini anlamadım – bunu istemeyecektim; kalmasını tercih ederdim… bir hatıra olarak – o yüzden çok yavaş kaldım. Ceketi bana verdi ve ellerimin yardım etmek için uzandığını görmeden kollarını kendi montuna geçirdi. Kaşlarımı çattım; ama sonra o fark etmeden ifademi kontrol ettim. “Ee ona ne söyleyeceksin?” diye bastırdım. “Biraz yardım? Ne öğrenmek istiyor?”
Gülümsedim ve başımı salladım. Ne düşündüğünü duymak istiyordum. “Bu adil değil.” Gözleri kısıldı. “Hayır sen bilgini paylaşmıyorsun – asıl bu adil değil.” Doğru – çifte standartlardan hoşlanmıyordu. Sınıfının kapısına geldik – ondan ayrılmak zorunda kalacağım yere; Bayan Cope’un İngilizce dersimin saatlerinde bir değişiklik için bana yardım edip edemeyeceğini merak ettim… Odaklandım. Adil olabilirdim. “Gizlice çıkıp çıkmadığımızı merak ediyor” dedim yavaşça. “Ve benim hakkımda hislerini.” Gözleri büyüdü – şaşkınlıkla değil; ama ustaca. Benim için açıklardı okunabilirlerdi. Masumu oynuyordu. “Off” diye mırıldandı. “Ne söylemeliyim?” “Hmm.” Her zaman benim kendisinden daha çok şey ele vermemi sağlamaya çalışıyordu. Nasıl cevap vereceğimi düşündüm. Saçının sis yüzünden hafifçe nemli asi bir tutamı omzundan sarkmış ve gülünç kazağı tarafından saklanan köprücük kemiklerinin üzerinde kıvrılmıştı. Gözlerimi saklanmış diğer hatlara çekiyordu… Tenine dokunmadan dikkatle uzandım – sabah soğuğu benim dokunuşum olmadan da yeterliydi – ve tekrar dikkatimi dağıtmaması için dağınık topuzuna doğru geri attım. Mike Newton’un onun saçına dokunduğu zamanı hatırladım ve çenem kasıldı. O zaman ondan kaçınmıştı. Tepkisi şimdi hiç benzer değildi; onun yerine gözleri hafifçe büyümüş teninin altına kan hücum etmiş ve kalbi aniden düzensiz atmaya başlamıştı. Sorusuna cevap verirken gülümsememi saklamaya çalıştım. “Sanırım ilkine evet diyebilirsin… eğer senin için bir sakıncası yoksa–” onun seçimi her zaman onun seçimi “–başka açıklamalardan daha kolay.” “Sakıncası yok” diye fısıldadı. Kalbi hala normal ritmini bulamamıştı. “Ve diğer soruya gelince…” Artık gülümsememi saklayamıyordum. “Bunun cevabını ben de dinliyor olacağım.” Bella’nın bunu düşünmesine izin ver. Yüzünden şok geçerken kahkahamı tuttum. Daha çok cevap için sormadan önce hızlıca döndüm. Ona istediği şeyi vermeme konusunda zorluk çekiyordum ve onun düşüncelerini duymak istiyordum kendiminkileri değil. “Öğle yemeğinde görüşürüz.” dedim omzumdan doğru geriye göz atarak hala arkamdan büyük gözlerle bakıp bakmadığını kontrol etmek için. Ağzı açılmıştı. Tekrar döndüm ve güldüm. Uzaklaşırken etrafımdaki şoka girmiş ve şüpheli düşüncelerin hayal meyal farkındaydım – gözler Bella’nın yüzü ve benim uzaklaşan figürüm arasında gidip geliyordu. Onlara çok az dikkat ettim. Odaklanamadım. Sınıfıma gitmek için ıslak çimlerin üzerinde yürürken ayaklarımı kabul edilebilir bir hızda hareket ettirmeye çalışmak yeterince zordu. Koşmak istiyordum – gerçekten koşmak o kadar hızlı ki kaybolacaktım o kadar hızlı ki uçuyormuşum gibi hissedecektim. Bir parçam çoktan uçuyordu. Sınıfa gittiğimde ceketi giyerek hoş kokusunun etrafımda dönmesine izin verdim. Şimdi yanacaktım – kokuya duyarsızlaşacaktım – ve sonra görmezden gelmek daha kolay olacaktı öğle yemeğinde tekrar onunla birlikteyken… Öğretmenlerimin artık bana seslenmeye rahmet etmemeleri güzel bir şeydi. Bugün onların beni hazırlıksız ve cevapsız yakalayacağı gün olabilirdi. Zihnim bu sabah aynı anda çok fazla yerdeydi; sadece vücudum sınıftaydı. Tabii ki Bella’yı izliyordum. Bu doğal gelmeye başlıyordu – nefes almak kadar istemsiz. Morali bozuk bir Mike Newton’la konuşmasını duydum. Diyalogu hızlıca Jessica’ya yönlendirdi ve ben o kadar genişçe sırıttım ki sağımda oturan Rob Sawyer görünür şekilde irkilip sırasında benden uzağa kaydı. Of. Tüyler ürpertici. Eh tamamen kaybetmemiştim. Gevşek biçimde Jessica’nın da Bella için sorularını elemesini izliyordum. Dördüncü dersi bu insan kızın taze dedikodu için meraklı olduğundan on kat daha istekli ve heyecanlı halde zorlukla bekleyebildim. Angela Weber'i de dinliyordum. Ona duyduğum minnettarlığı unutmamıştım – ilk olarak Bella ile ilgili her zaman iyi şeyler düşündüğü için ve ikekşi olarak dünkü yardımı için. O yüzden sabah istediği bir şeyi duymak için bekledim. Bunun kolay olacağını tahmin etmiştim; diğer insanlar gibi mutlaka özellikle istediği bir şey olmalıydı. Birkaç tane belki. İsimsiz olarak yollayacaktım ve ödeşmiş olacaktık. Ve Angela düşünceleriyle neredeyse Bella kadar yardımcı olmayan biri olduğunu kanıtladı. Bir ergen için garip bir şekilde hayatından memnundu. Mutluydu. Belki de alışılmadık iyiliğinin sebebi buydu – istediği her şeye sahip olan ve sahip olduğu her şeyi isteyen nadir insanlardandı. Eğer öğretmenlerine ve notlarına dikkatini vermemişse bu hafta sonu kumsala götüreceği ikiz kardeşlerini düşünüyordu – heyecanlarını neredeyse anne gibi bir hoşnutlukla bekliyordu. Genellikle onlara o bakıyordu; ama bu durumdan rahatsız değildi… Bu çok tatlıydı. Ama benim için pek yardımcı değildi. İstediği bir şey olmalıydı. Sadece bakmaya devam etmem gerekliydi; ama sonra. Bella’nın Jessica ile olan Trigonometri dersi gelip çatmıştı. İngilizce’ye giderken nereye gittiğime bakmıyordum. Jessica çoktan yerine geçmişti. Bella’ın gelişini beklerken ayaklarını sabırsızca yere vuruyordu. Diğer taraftan sınıftaki sırama oturduğumda tamamen hareketsiz hale geldim. Arada sırada kıpırdanmayı kendime hatırlatmam gerekliydi rolümü devam ettirmek için. Bu zordu düşüncelerim Jessica’nınkilere odaklanmıştı. Dikkat edeceğini Bella’nın yüzünü benim için okumaya çalışacağını umuyordum. Jessica’nın ayaklarını yere vuruşu Bella içeri girdiğinde şiddetlendi. Suratı asık görünüyor. Niye? Belki de Edward Cullen’la aralarında hiçbir şey yoktur. Bu bir hayal kırıklığı olur. Ama… o zaman hala uygun demektir… Eğer aniden birileriyle çıkmakla ilgilenmeye başlamışsa yardımcı olmanın benim için bir sakıncası yok… Bella’nın suratı asık değildi isteksizdi. Endişelenmişti – bunların hepsini duyacağımı biliyordu. Kendi kendime gülümsedim. “Bana her şeyi anlat!” dedi Jessica Bella hala montunu sırasının arkasına yerleştirirken. İsteksizce ve ihtiyatla hareket ediyordu. Öff çok yavaş. Hadi çekici kısma geçelim! “Ne öğrenmek istiyorsun?” dedi Bella vakit kazanmaya çalışarak. “Dün gece ne oldu?” “Bana yemek ısmarladı ve sonra eve bıraktı.” Ve sonra? Hadi ama bundan daha çok şey olmalı! Yalan söylüyor zaten biliyorum. Bunu öğreneceğim. “Eve nasıl o kadar hızlı gelebildin?” Bella’nın şüpheli olan Jessica’ya gözlerini devirişini izledim. “Arabayı manyak gibi kullanıyor. Korkunçtu.” Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi ve ben Bay Mason’ın duyurularını bölerek sesli şekilde güldüm. Kahkahayı öksürüğe çevirmeye çalıştım; ama kimse kanmadı. Bay Mason bana sinirli bir bakış attı; fakat arkasındaki düşünceyi dinlemeye uğraşmadım bile. Jessica’yı dinliyordum. Hah. Gerçeği söylüyormuş gibi görünüyor. Niye beni bütün bunları kelime kelime ağzından almaya zorluyor? Eğer ben olsaydım hava atıyor olurdum. “Randevu gibi miydi – orada seninle buluşmasını mı söyledin?” Jessica Bella’nın ifadesinden şok geçerken onu izledi ve ne kadar hakiki gözüktüğünü görünce hayal kırıklığına uğradı. “Hayır – onu orada gördüğümde çok şaşırdım.” dedi Bella ona. Neler oluyor?? “Ama bugün seni okula bıraktı?” Hikayenin daha fazlası olmalı. “Evet – o da bir sürprizdi. Dün gece bir montum olmadığını fark etmiş.” Bu o kadar da eğlenceli değil diye düşündü Jessica yine hayal kırıklığına uğrayarak. Sorgulayışından sıkılmıştım – bilmediğim bir şey duymak istiyordum. “O zaman yine çıkacak mısınız?” diye sordu Jessica. “Cumartesi günü beni Seattle’a götürmeyi teklif etti çünkü kamyonetimin bunu başaramayacağını düşünüyor – bu sayılır mı?” Hmm. Şüphesiz… onunla ilgilenmek ona dikkat etmek için bir nevi. Onun tarafında mutlaka bir şeyler olmalı eğer Bella’da yoksa bile. BU nasıl olabilir ki? Bella delinin teki.
Gece Yarısı Güneşi - Stephenie Meyer / İlk 12 Bölümü !